Çarşamba, Aralık 28, 2005

Yılbaşı Menüsü

Merhabalar,

Yıl sonu diye bu aralar işlerim yoğun, dün akşam da yılbaşı gecesi eşimin ailesinin bize yemeğe geleceğini öğrendim. Elim ayağıma dolaştı, ne hazırlasam, nasıl yetişsem diye panik olmuş durumdayım. Hızlıca yapabilceğim yemeklerden oluşan bir menü hazırladım. Sizlere de fikir verebilir diye burada paylaşmak istedim.

  • Domates çorbası ( Tamek domates suyu ile yapıyorum : 3 bardak su, 2 bardak süt )
  • Mevsim salata (domates, salatalık, marul, kırmızı biber)
  • Havuç-turp rendesi ( bol limonlu )
  • Yoğurtlu kereviz salatası
  • Mercimek köfte
  • Sarımsak soslu brokoli
  • Patatesli kıymalı yufka böreği
  • Kestaneli mantarlı tavuk but (Lezzet dergisi Ekim 2005)
  • Bademli pilav
  • Tiramisu
  • Sütlü Nuriye (Emiroğlu'ndan)
  • Meyve
  • ve tabii ki bol çerez

Mutfak telaşında olan herkese kolay gelsin.

Kestaneli mantarlı tavuğu henüz denemedim, ama malzemeler açısından kolay gibi görünüyor. Dergiden yapılışını aktarıyorum.

Malzemeler

  • 1 paket Kafkas Kestano
  • 6 but (baget kısmı) - ben bütün but ile yapacağım
  • 1 su bardağı mantar
  • 1 su bardağı sıcak su
  • 1 çorba kaşığı domates salçası
  • 1 çorba kaşığı biber salçası
  • 3 çorba kaşığı sıvıyağ
  • Yarım limonun suyu
  • 1 çay kaşığı karabiber + tuz

Yapılışı

Tuz, karabiber ve limon suyunu bir kapta karıştırın. Tavuk butlarını ekleyip 10 dakika bekletin. Mantarları nemli bir bezle silip dilimleyin.

Sıvıyağı tencere kızdırın. Tavukları ekleyip sık sık çevirerek kızartın. Domates ve biber salçasını, mantar ve 1 bardak sıcak suyu ilave edip karıştırın.

Kestaneleri ekleyin. Tencerenin kapağını yarı açık olarak kapatıp kısık ateşte 15 dakika pişirin. Servis tabaklarına paylaştırıp servis yapın.

Cuma, Aralık 23, 2005

Hobi Dünyası

Cuma günleri Hürriyet Gazetesi ile birlikte CD uygulamalı Hobi Dünyası - Takı Tasarımı eki veriliyor. Dergi, gazete ile birlikte 2 YTL. VCD'de dergideki 6 proje uygulamalı olarak anlatılıyor. Bu sabah heyecanla aldım, akşam eve erken gidebilirsem izleyeceğim. Takı meraklılarına duyurulur.

www.hobidunyasi.com.tr

Salı, Aralık 20, 2005

Madrid : Palacio Real

Aradan epey zaman geçti. En son 20 Kasım'da Madrid'e Giriş başlığıyla yazmışım. Uzun aradan sonra kaldığım yerden devam edeyim. Biraz bölük pörçük oldu, ama hem kendime arşiv olsun hem de sizlerle bir şeyler paylaşayım diye yazmaya devam ediyorum. Merak etmeyin az kaldı, bugün tatilin sondan ikinci günündeyiz.

Ağustos ayında gitmiş olmamıza rağmen hava ilk defa güneşliydi. Sabah erkenden (9'da) otelden fırladık, ilk durağımız Palacio Real (Kraliyet Sarayı), giriş ücretli, ama ne kadar oloduğunu artık hatırlamıyorum:(

İspanya'da kraliyet devam ediyor, ancak artık burda oturmuyorlarmış. Sadece resmi törenlerde geliyorlarmış. İspanya'da iç savaş yaşansa da Fransa'da olduğu saraylar talan edilmediğinden bu sarayın içinde eşyalar duruyor. Dolmabahçe sarayının biraz daha büyüğünü düşünebilirsiniz.

Odalarda süslemeler çok gösterişli. Hatta aynı anda 160 kişinin oturabileceği upuzun bir yemek masasının olduğu bir yemek odası var.



Aşağıdaki resim 1594'te II.Felipe tarafından sarayda kurulmuş eczanenin odasından bir görüntü. İçlerinde şifalı bitkilerin olduğu vam ve seramik kavanozlar, çekmeceler var. Hatta el yazması ilaç tariflerinin olduğu defterler de var.
Kraliyet Silahhanesinde ise bir silah kolleksiyonu ve kralite ailesinin kullandığı zırhlar var. Dikkatli bakınca bazı zırhların üzerinde delik ya da ezikler görülebilir. 10-15 yaşındaki çocuklar (prensler için hehalde) için yapılmış zırhlar da var. İçerisi hafif loş olduğundan olsa gerek sanki atlar harekete geçecek gibi insanın içi ürperiyor.

Madrid'de de bir Colon meydanı var ve ortasında Barcelona'da olduğu bir Kolomb heykeli var. Ayrıca Kristof Kolomb'un Amerika'ya yaptığı gezileri anlatan aşağıdaki fotoğraftaki 4 büyük modern beton heykel var.


Bu heykellerin hemen yakınında Arkeoloji müzesi var. İstanbul Arkeoloji müzesini görmüş biri olarak burayı beğenmedim. Bir arkeoloji müzesinde neler olur diye görmek için bence İstanbul'a gelmeliler. Eser sayısı azdı ve çok göstermek için dağınık koymuşlar, konu dışı eserlerle süslemişler.

Burdan çıktıktan sonra koştur koştur İspanyolların Amerika'daki sömürgelerinden, örneğin Mayalardan, getirdikleri eserlerin sergilendiği Museo de America'ya gitmek üzere yola çıktık. Müzenin hemen yakınında metro çıkışı yoktu, yol inşaatı olduğu için otoyolun öteki tarafına geçmeyi beceremedik. Cumartesi günleri de müze 15:00'te kapandığı için bu müzeyi görmeyi çok istemiş olmamıza rağmen yetişemedik (pazar günleri de kapalı).

Pazartesi, Aralık 19, 2005

Ye # 6

Yeni bir bloglar arası etkinlikte beraberiz. Logodan da anlaşılacağı gibi bu ayın meyvesi AYVA.

Şimdiden hoş geldiniz.

Aslında şubat ayı etkinliğini misafir edecektim. 14 şubat sevgililer günü ertesi olacağı için ne seçsem diye kitapları, dergileri kurcalamaya başlamıştım. Ama değişiklik olsun diye de sebze düşünüyordum. Böyle bir kararsızlık yaşarken Hatice, hamileliğinden dolayı Filiz’in yemek etkinliğini ocak ayında misafir edemeyeceğini haber verdi.

Sizleri bir ay önce misafir edeceğim için aldı mı beni bir telaş. Akşam eve gittim, bütün dergileri, kitapları döktüm, Google ve blogsearch’un altını üstüne getirdim. Bu etkinlik süresinde hem yılbaşı hem de Kurban bayramı olduğu için ona göre bir şeyler seçmeliydim. İçimdeki ses ısrarla “kereviz, kereviz” diye bağırıyordu, ama blogsearch’te bir arattım ki, geçtiğimiz 2 ay içinde maşallah en az 30 tane kerevizli tarif var.

Hem etli yemeklere yakıştığı, hem de tatlısı çok güzel olduğu için, hem de ocak ayı için Filiz’in de aklından geçtiği için AYVA’ya karar verdim. Logo Hatice’nin tasarımı, yardımları için teşekkürler.

Ayva çok uzun çağlardan beri bilinen ve tarihsel geçmişi olan meyvalardandır. Botanik ismi "pyrus cydonia" olan ayva gülgiller familyasındandır.

Roma uygarlığında parfümden, bala kadar herşey için ayva ağacının meyvesi ve çicekleri kullanılırdı. Ayrıca bağlılığın işareti olarak verilir ve aşk sembolü sayılırdı. Dörtbin yıldan fazla Akdeniz ve Asya ülkelerinde yetiştirildiği bilinmektedir. Batı Asya ve tropikal ülkelerin meyvesi daha yumuşak ve daha suludur.

Soğuk iklimlerde yetişen bu meyve, sarı renkli güzel görünümlü hoş kokulu ve ağırdır. Kabukları ve etli kısımları da serttir, yenildiğinde ağızda mayhoş bir tat bırakır. Sıcak ülkelerde ise kabukları daha yumuşaktır ve çiğ yenilebilir. Rengi yeşilden sarıya değişir ve tadı elma ile şeftali arasındadır. Pişirildiğinde çiğ yenildiğinden daha lezzetli ve hoş kokulu olur. İçerdiği yüksek pektinden dolayı reçel, pelte, şekerleme yapılır. Ekim ayından aralık ayına kadar marketlerde yer alır. Satın alırken büyük, sert ve sarı olanlar seçilir. Plastik torbaya sarılarak buzdolabında 2 ay saklanabilir.

Kaynak : http://www.bigglook.com/biggmenu/meyve/ayva.asp

Eskilerin inanışına göre eğer ayva bol ise kış sert geçermiş. Sabah gazetesindeki habere göre Manisa’nın Sarıgöl ilçesinde ayva bereketi yaşanıyormuş, haberiniz ola!

17 Ocak tarihine kadar ayvalı tarifinizi hazırlayıp, 17 Ocak'ta da sitenizde yayınlayıp, bana mail linkinizi yollayarak Ayva-YE'ye katılabilirsiniz... “Katılmak istiyorum ama bir sitem ya da blogum yok” diyorsanız, tarifinizi ve resmini bana maille yollarsanız burda yayınlayabilirim.

Eğer etkinliğin logosunu sayfanıza koymak isterseniz bana bir mail atmanız yeterli. İlgili kodu gönderebilirim. (Buraya kopyalayınca formatı bozuluyor da)

17 Ocak’ta yepyeni bir yılda güzel tariflerinizle buluşmak dileğiyle…

Sevgiler,

Nurdan

Çarşamba, Aralık 14, 2005

Kestaneli Çikolatalı Muffin


Bu ayki yemek etkinliklerinin konusu kestane, sevgili Devletşah bu ay bizi sitesinde misafir ediyor. Kestaneyi o kadar çok severim ki, öğün niyetine yiyebilirim. Ayrıca bir çok kuru yemişe oranla kalorisi daha düşük.

Bu ayki etkinliği kesinlikle kaçırmamak için tarfilerimi belirledim : muffin ve kurabiye. Muffinleri önceden yaptığım için tarif hazır, ancak kurabiyeyi yapmaya zamanım olmadı. Halbuki kestane şekerim, kurabiye kalıprım bile hazırdı.

İnternette kestaneli pasta, kestaneli pilav tarifleri o kadar çoktu ki, pasta yapan arkadaşlarımız şimdi neler neler döktürmüşlerdir. Biraz kolaya kaçıp, biraz da evde tüketilme durumunu düşünerek muffin yapmaya karar verdim. Tarifin orjinali Pastacı Burcu'dan.

Malzemeler:
  • 2 yumurta (oda sıcaklığında bekletilmiş)
  • 4 kahve fincanı tozşeker
  • 2 kahve fincanı sıvı yağı (zeytinyağı kullandım)
  • 2 kahve fincanı yoğurt
  • 6 kahve fincanı un
  • 1 paket kabartma tozu
  • 3 çorba kaşığı kakao ( kestanenin tadını bastırmasın diye 2 kaşık kullandım)
  • 100 gr Kestano (Kestane çerezi)
  • 6 tane bitter madlen çikolata
Yapılışı:

Burcu'nun tarifini aynen aktarıyorum;

"Bu ölçülerde yaklaşık 14 adet muffin çıkıyor. Öncelikle fırınımızı 170 dereceye getirip ısıtmaya başlayalım. Yumurtalarımızı ve şekerimizi mikser ile iyice rengi beyazlaşana kadar mikser ile çırpalım. Yoğurdu ve sıvı yağı ekleyip 1 dakika daha çırpalım. Üzerine un,kabartma tozu ve kakaoyu eleyerek ekleyelim. Hepsini mikser ile homojen bir karışım elde edinceye kadar çırpalım. En son damla çikolatayı ekleyip tahta bir kaşıkla karıştıralım. Muffin kalıplarımıza muffin kağıtcıkları yerleştirip karışımımızı eşit miktarda dağıtalım. Üzerilerine damla çikolata serpiştirelim. Artanı saklayıp muffinler piştikten sonra tekrar kalıplara döküp pişirebilirsiniz. Bekletmenin bir sakıncası yoktur. Muffinler yaklaşık 40 dakika üzerileri kızarıp şişene kadar pişmelidir. Piştikten sonra tezgahta 10 dakika soğutup servis tabağına alabiliriz."

Kestaneleri ufak ufak doğrayıp karışıma ekleyelim, bir tahta kaşık yardımıyla karıştıralım. Yarım madleni üçe kırıp muffinlerin içine batırın. Her bir muffin için yarım bitter madlen yeterli oluyor. Benim fırınımda 30 dakika pişmesi için yeterli oldu.

Pazartesi, Aralık 12, 2005

Kahvaltı

Sevgili Sennur haftasonu beni kahvaltıya davet etmiş, gitmemek olmaz değil mi? Benim için kahvaltı günün en önemli öğünü. Hem yemesi, hem de masa hazırlaması zevkli. Misafirleri yemek yerine kahvaltıya çağırmayı seviyorum.

Gelelim soruların cevaplarına:

Normal bir günde nasıl kahvaltı yapıyorsun?
Sabahları acaip susamış uyanıyorum, hemen bir bardak su içiyorum. Hafta için evde kahvaltı yapmak için pek fırsatımız olmuyor. O nedenle iş yerine götürmek için evde peynirli, domatesli sandviç hazırlıyoruz. Eğer sabahları poğaça ile kahvaltı yaptıysam öğleni zor ediyorum. Bazen de işyerindeki kupamın içine kornflakes koyup üstüne pipetle süt döküyorum. Bardağın içinden kaşıklarken blogları dolaşıyorum. Özellikle ucundan kıvrılabilen pipetleri olan küçük sütleri tercih ediyorum, aksi takdirde sütü dökmek zor oluyor.

Ben orta okuldayken (eyvah şimdi yaşım çıkacak ortaya) Çernobil patlaması olmuştu. Ondan sonra evde uzun süre çay içilmedi. Her sabah bir bardak sütü içmem gerekiyordu, hala da sabahları süt içemem. İlla ki bir bardak açık çay olacak.

Hafta sonu nasıl kahvaltı yapıyorsun?
Haftasonu eğer acele evden çıkmayacaksak güzel bir kahvaltı hazırlıyoruz. Reçel, bal, fındık ezmesi ( özellikle Oydi), siyah ve yeşil zeytin, omlet ya da haşlanmış yumurta...

Ne zaman kahvaltı yaparsın?
Haftaiçi 8:30-9:00 civarı, haftasonu da en geç 10:00'da. Güne geç başlamayı sevmiyorum, ama yorgun olunca haftasonu uykumu iyice almadan kalkamıyorum.

Belirli aile gelenekleriyle veya inanışlarıyla büyüdün mü, bunlar neler?
Kahvaltıya özel bir şey yok, ama mümkün olduğunca yemekleri birlikte yemeye çalışırız. Annem ve babam sabah 4'te kalkıp bir yere gidecek olduklarında bile mutlaka kahvaltı yaparlar :)

Beslenme çantanı düşündüğünde neler hatırlıyorsun?
Bilmem, valla hiç hatırlamıyorum. Hatıralarımı epey eşeledim, ama pek bir şey çıkmadı. İlkokul büfesinde gevrek satılırdı, ben ancak yarısını yiyebilirsim. Yanlış hatırlamıyorsam bir gevrek 10 Lira'ydı. Bir de tereyağlı ballı ekmek olurdu, ama evdekiler kontrol ettiği için zorla bitirirdim. Çocukken acaip iştahsızdım, şimdi düşünüyorum da annemi epey uğraştırmışım. Öğretmen olduğu için nasıl bir yemek disiplini, düzeni olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Senin için lüks bir kahvaltı nedir?
Evde ya da sahilde zaman kısıtlaması olmadan rahat rahat bir şeyler yiyip sevdiklerimle sohbet etmek olsa gerek. Öyle açık büfe, yok yok kahvaltıları sevmiyorum. Zaten 50 çeşit de olsa hepsinden yemiyorum. Az ve öz olsun, lezzetli olsun yeter bile artar.

Nasıl, nerede ve ne zaman kahvaltı etmek istersin?
Huzurlu bir ortam olmalı. Öyle kalabalık mekanları sevmiyorum. Bu nedenle evde kahvaltı etmeyi seviyorum. Eğer dışarda kahvaltı yapacaksak sabahın köründe ( 8:30-9:00 gibi) gidiyoruz. Güneşli bir günün sabahında İstinye'de tam köşedeki çay bahçesinde tost, çay ve gazete keyfi neden olmasın?

Hayatında hatırladığın özel kahvaltı var mı, onu özel kılan nedir?
Öyle özel bir şey yok, ama sevdiklerimle birlikte huzur içinde kahvaltı yapmak en önemli anlarda olsa gerek.

Kahvaltı masanda eksik olmamasını istediğin şey nedir?
Beyaz peynir (tuzu alınmış), yeşil zeytin, bal, salatalık, domates.

Kahvaltı konusunda söylemek istediğin başka şey var mı?
Günün en önemli öğünü atlamayalım, poğaça yerine daha sağlıklı ve içinde ne olduğunu bildiğiniz şeyler kahvaltı yapalım. Bazen zeytinyağıyla peynirli kek yapıyorum, içine bolca peynir, maydonoz, dere otu koyuyorum. Hamur işi bile olsa içinde ne olduğunu biliyoruz.

Bloğundan bize kahvaltıya önereceğin tarifler verebilirmisin?
Aklıma öyle özel bir tarif gelmiyor. Zeytinyağı seviyorsanız küçük bir kabın için biraz kekik, kırmızı biber koyup üzerine zeytinyağ ekleyip karıştırın. Sonra da kızarmış ekmeğinizi batırıp afiyetle yiyin. Aman fazla kaptırmayın, zeytinyağının dafazlası da gereksiz kalori :)
Hobi keyfi Burcu, müsaitseniz size kahvaltıya gelelim mi?

Salı, Aralık 06, 2005

Elişini Söyle

Sevgili Manolya beni sobelemiş sağolsun. Biraz geç cevaplıyorum, kusura bakmayın. Aslında daha önce yazıp taslak (draft) olarak kaydetmiştim, ancak şimdi tamamlıyorum.

1.İlk elişi ne zaman yapmaya başladınız, neyi kimden öğrendiniz?
Elişini annemden öğrendim. Küçükken onunla birlikte bir şeyler yaparım. Herhalde iğneye, tığa göre daha az tehlikeli diye elişine örgü ile başlamıştık. Kare kare olan patiklerden yapardık, oyuncak bebeklerime atkı örerdim. Her elişinden biraz da olsa bilmem gerektiğini düşündüğü için değişik değişik elişleri yaptık.

2.İlk yaptığınız elişinizi saklıyor musunuz, fotoğrafı var mi? Peki ya en çok sevdiğiniz elişiniz hangisi, fotoğrafi var mi?
İlk yaptığım elişini hatırlamıyorum. Ama önemli çalışmam kendim için yaptığım bir yastık kılıfıydı, annem bu yastık kılıfını saklıyor. Kenarlarına pembe ile fiyonk deseninde kanaviçe işledik, uçlarına dantel yaptık. Bir de dikiş yerine piko yapınca tamam oldu. Zincir, iğne ardı, tohum işi, vb kullanarak her birinde farklı desen olan 6 tane peçete yaptık, hala severek kullanıyorum.

3.Günde elisi icin ne kadar vakit ayiriyorsunuz?
Yorgun değilsem genellikle TVde dizi izlerken elişi yapıyorum. Bazen de haftalarca elime bir şey almıyorum.

4.Bilmediğiniz ve öğrenmek istediğiniz bir elişi var mi?
Bilmediğim bir sürü elişi vardır, ama ahşap boyamayı peçete ya da dekupaj kağıdı ile değil de desenleri fırça ile kendim boyayarak, yapmak isterim. Bir de cam boncuğu yapımı eğitimi alıp kolyelerimin, kipelerimin boncuklarını kendim yapmak isterdim.

5.Bundan sonra sadece tek bir elişi tarzında çalışacaksınız desek, ne seçersiniz; dantel, örgü, boyama vs?
Hmm, bu zor bi soru oldu. Bu aralar boncuklarla kafayı bozduğum için ve akşam inat edip bitirince ertesi sabah hemen kullanabildiğim için bu soruyu "takı" olarak cevaplayayım.

6. Sizce en zor elişi hangisi, niye?
Bence her elişi zor, çünkü hepsi emek gerektiriyor.

7. Yaptiginiz elişileriyle ilgili mutlaka olmasi lazım dediginiz bir şey var mi? (renk, model, kullandiginiz alet gibi)
Takı yaparken kullandığım penseler tabii ki :) Onun dışında öncelikli olarak renkler beni cezbeder. Mavi, yeşil, beyaz her zaman favori renklerim oldu. Ama dönem dönem kırmızı, siyah ve kahverengiye de göz kırpıyorum.

8. Ya peki yaptığınız örneklere isim nereden buluyorsunuz?
Pek bulduğum söylenemez, mesajlara bile başlık zor buluyorum :)

Kim olduğunu söyle, sana elişini söyleyeyim.

1. 5 kelime ile kendini tarif eder misin
Üfff bu da çok zor bi soru. Yaa nerden buldunuz bu soruyu? İlk aklıma gelenleri yazıyorum. Her şeyde değil, ama elişlerinde çok detaycıyım. Simetrik ve düzgün olmalı. Bazen çok sabırsızım, hemen sonucunu görmek istiyorum. Tez canlıyım, bi işi kafama koyduysam hemen hayata geçirmeliyim. Üç etti :) Dört? Beş?

2. Mümkün olsa, "şu şöyle olsaydı" dediğin bir fiziksel özelliğin var mi?
Yok.

3. Kendinde beğendiğin özelliğin nedir?
Yaa bu soru da pek zormuş. İş görüşmesi gibi oldu :) Şu anda aklıma gelmiyor, bilahare tamamlarım.

4. Keske böyle olmasaydi dediğin huyların var mi?
Fazla sorumluluk sahibiyim, bu özellik bazen çok yorucu olabiliyor.

5. Son soru ama bunu sen cevaplamayacaksın. Sanal arkadaşlarınla yarın önceden belirlediğiniz bir yerde buluşacaksınız. Nasıl birini bekliyorlar? Nasıl birini görünce "aa bu gelen İncik Boncuk (Nurdan)" diyecekler?
Evet tahminleri bekliyorum. Şu bizim İspanya gezisini bitirebilseydim, orda çektirdiğim foto ile kapanış yapacaktım. Ama merak etmeyin sizi o gezinin bitişine kadar meraklandırmayıp yakında bir resmimi koymayı planlıyorum.

Derslerinden biraz zaman ayırabilirlerse Emel ve Meral'i sobeliyorum.

Cumartesi, Aralık 03, 2005

Babam ve Oğlum

Dün akşam işyerinden geç çıktım, bütün haftanın yorgunluğu üstümde zaten. Ne yapalım derken "Babam ve Oğlum" adlı filmin 21:00 seansına gitmeye karar verdik. Bu filme giden arkadaşlar çok beğenmişler, ama salya sümük ağlayacağımızı söyleyerek uyarıda da bulunmuşlardı.

Şimdi filmle ilgili nerden nasıl başlasam, ne yazsam bilmiyorum. İlk olarak şunu söyleyeyim, bu film anlatılmaz, mutlaka gidip izlenmesi gerekir.

Filmle ilgili sahneler aklıma geldikçe hala gözlerim yaşarıyor. Acı veren sahnelerde olaylar gözünüzün içine içine sokulmuyor, herkesin kendinden mutlaka bir şeyler bulacağı diyaloglar olduğu için gözyaşları kendiliğinden akıveriyor. Bazı önemli sahneler var ki, sizin hayal gücünüze kalacak şekilde anlık gösteriliyor. Bu bile ne olduğunu anlamanıza yetiyor.

İlk bölümde çok eğleniyorsunuz, mutluluk seviyesi yükseliyor, ama ikinci bölümde birden düşüyor, koşarken birden sert duvara çarpma etkisi yaratıyor. Ağlatırken aralarda şaşırtarak birden gülümsetebiliyor. Ağlamanız, gülmenize kaşırıyor. Akış o kadar doğal ki bu geçişler sizi hiç rahatsız etmiyor.

Oyunculara gelince, hepsi rollerine çok yakışmış, özenle seçildiği belli. Fikret Kuşkan ve oğlu rolünü oynayan Ege'nin oyunculuğuna dikkat çekmek istiyorum. Fikret Kuşkan, rolünü oynamıyor, gerçekten yaşıyor, öyle ki acı çektiğini hissediyorsunuz, "içim yanıyor" derken o kadar gerçekçiydi hıçkırarak ağlamak mümkün.

Ege, filmdeki adıyla Deniz, yaşı küçük olmasına rağmen nasıl güzel oynamış anlatamam. Hüzünlü sahnelerde bile çok başarılıydı.

Hümeyra ile Çetin Tekindor'u ilk sahnelerinde biraz yadırgadım, herhalde TVdeki rolleri çok üstlerine yapışmıştı, ilerleyen sahnelerde bu etki azaldı. Yalnız şiveli konuşmalarına alışamadım. Ama bir hastane sahnesi var ki, masada oturuyorlar, orda Hümeyra'nın oyunculuğuna dikkat edin.

Filmle hiç olumsuz şey yok mu, şu anda aklıma gelen yok. Sadece Filmin afişinde çok az bir rolü olan Özge Özberk var da, filmde daha önemli rolü olan Şerif Sezer'in neden resmi yok, merak ettim. Herhalde bir bildikleri vardır diyelim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...