Pazar, Ağustos 20, 2006

Tel Dizayn Teknikleri

Takı tasarımına başladığımdan beri en çok tel ile olan teknikleri sevdim sanırım. Çoğunlukla çivi ile tasarım yapmaya çalışıyorum, deri ile de çalışmak eğlenceli, hatta çiviye göre çok daha hızlı bitiyor. Ama misina örme modellerine bir türlü alışamadım, misina sürekli açılıyor, yaptıklarım bozuluyor, eksik bir şeyler yapıyorum herhalde.

Tel ile serbest çalışmayı keşfettğimden beri, bu şekilde takı yapmak daha zevkli geliyor. Çivi çalışmasına göre daha fazla el oyalıyor, ama inanın daha zevkli. Bu tekniği denemek için fazla bir şey gerekmiyor, resimde gördüğünüz malzemeler yeterli.

  • Kargaburun
  • Yuvarlak uçlu pense
  • Yan keski
  • Çeşitli kalınlıkta tel ( 0.80 lik tel ile başladım)
  • Tel dizayn aleti
  • Spiral yapıcı
  • Naylon burunlu pense

Kestiğiniz teli zedelemeden naylon burunlu pense ile düzeltebilirziniz, ben henüz almadım, iki tükenmez kalemin arasından geçirerek hallediyorum. Biribirinden eğlenceli tel tasarımı yapmak için dizayn aletinden de almanıza gerek yok, yuvarlak uçlu pense ile de halledebilirsiniz.

Tel tasarımı konusunda size tavsiye edeceğim kaynaklar şu şekilde;

  • Getting Started Making Wire Jewelry and More : çok güzel bir kitap. İngilizce bilmeseniz bile fotoğraflardan nasıl yapılacağını kolaylıkla anlayabilirsiniz. İçinde çok fazla örnek yok, ama temel teknikler çok güzel anlatılmış.
  • Gaye Döşer'in Beady Home serisinden Tel Dizayn Projeleri 2. VCD'deki 2 proje ile bu konu hakkında bilgi sahibi olabiliriz.
  • Vee muhteşem bir online kaynak : WigJig®

Salı, Ağustos 15, 2006

Ton Balıklı Renkli Salata

Şu sıcak yaz günlerinde gece rahat uyumak için akşam yemeklerinde biraz hafif yemek gerek. Bu ayki etkinliğimizin konusu salata olunca şöyle değişik bir şeyler hazırlamak için araştırma geliştirme yaptım. Ama sonuç olarak sizler için her zaman severek yediğim, yoğun iş çıkışı akşamlarında büyük kurtarıcım olan ton balıklı salata hazırladım.

Bu ayki ev sahibemiz Şeyda'ya seçimi için teşekkür ediyor, etkinlik turunda kendisine kolaylıklar diliyorum.

Gelelim tarife, ama bu salatanın tarifi yok :) Evde, buzdolabınızda ne varsa, canınız ne yemek istiyorsa içine hepsinden koyuyorsunuz. Geçen akşam salataya ben neler koymuşum, bakalım;
  • Kocaman bir salata kasesi alıyoruz.
  • Büyüklüğüne göre yarım ya da dörtte bir göbek salata : Yıkaması daha kolay ve bence lezzet olarak bu salataya çok yakışıyor. Son durulama suyuna sirke koymayı unutmayın. İri parçalar halinde doğruyoruz.
  • Salatalık : kabukları soyulup küp küp doğranır, daha çok lif alayım derseniz dışını iyice yıkayıp kabukları ile de kullanabilirsiniz.
  • Domates : küp doğranır, kabuklarını soymadan katabilirsiniz.
  • Közlenmiş kırmızı biber : hazır konserve olarak alıp zaman kazanabilirsiniz, ama tazesi de salatada çıtır çıtır çok güzel oluyor.
  • Suyu süzülmüş konserve mısır : çok koymayın, kalorisi yüksekmiş.
  • Tabii ton balığı : 80 grlık beni kesmiyor, 160 grlık daha iyi. Eskiden suda olanlardan alıp suyunu süzüp eklerdim, şimdi vakumlu ambajlı olarak da satılıyor, yağ-su süzme derdi olmadan poşetin içini salatanın üzerine boşaltıyorsunuz.
  • Bir kaç maydonoz ile süsleyelim, ekmek yerine bi iki çubuk galeta yeterli olur.
  • Veee son olarak da zeytinyağ ve tercihe göre nar ekişi ( bu aralar her şeye ekliyorum) ekleyelim.

Öyle masaya falan oturmaya gerek yok, televizyonun karşısındaki koltuğa kurulup kasemiz kucağımızda salatamızı afiyetle yiyoruz. Bu kadar hafif bir yemek yanına içecek olarak bence limonlu soda yakışır.

Afiyet olsun


Cuma, Ağustos 11, 2006

Serinletici Müzik

Bu yaz deniz kenarında bir yere tatile gitme şansımız olmadığı için diğer blogcu arkadaşların tatil fotolarına bakıp iç geçiriyorum.

Büyük tatil köylerinde geçirilen bir hafta değil, sakin bir sahil kasabasında temiz bir pansiyonda geçirilen 3-4 gün benim için daha değerli. Sabah pencereden gelen dalga sesiyle uyanarak güne keyifli başlamak gibisi yok bence.

Bu cümleleri yazarken Bodrum Gümüşlük'te 2 sene önce kaldığımız pansiyon aklıma geldi. Koyun en ucunda kaldığı için diğerlerine göre daha sakindi. Odamız denize değil, arka taraftaki bahçeye bakmasına rağmen sabahları yeni bir güne hazırlanan denizin sesi ile uyanıyorduk.

Geçen gün bir müzik markette dolaşırken bu CDler gözümüze ilişti. "Ocean In The Nature", "Birds In The Nature", "Rain In The Nature" 3 çeşit CD aldık. Kuş ve yağmur sesi cdleri güzel olmakla birlikte benim favorim kesinlikle okyanus CDsi oldu. Dalga sesleri o kadar güzel ki, insanın içini, ruhumu serinletiyor. Bu sıcak yaz gecelerinde ilaç gibi geliyor.

Gece yatarken okyanus CDsini müzik setine takıyoruz, 30 dakika sonra otomatik kapanacak şekilde ayarlıyoruz ve dalga sesleri eşliğinde uykuya dalıyoruz :)

Pazar, Ağustos 06, 2006

Tel tasarım küpeler

Bu pazar günü hava acaip sıcaktı. Evde tüm pencereler, kapılar açık, gene de içerisi serinlemiyor, esmiyor :( Oturduğum koltuk ısındıkça başka bi yere geçiyorum. Kocaman bir su bardağı elimde evin içinde dolaşıp duruyorum. Bu sıcak günlerde hararetimi en güzel elma suyu - soda kesiyor. Elma suyu bana çok şekerli geliyor, sodayı da bi türlü içemediğim için bu karışım benim için ideal bir içecek oluyor.

Yapılışı çok basit; kocaman bir su bardağının içine bir şişe sodayı dökün, sonra da üstüne damak zevkinize göre Dimes'in %100 elma suyunu ekleyin. Afiyetle için.

Şu tel ile tasarım işine ben de bulaştım. Acaip zevkli bir şey, haftasonu bir makara teli harcamayı başardım. Kolye, bileklik ve bir sürü küpe yaptım. Elim alışana kadar bir sürü de tel ziyan ettim tabii :)

İşte karşınızda ilk denemelerim :








Perşembe, Ağustos 03, 2006

Film : Sil Baştan

Uzun zamandır bu kadar iyi, düşündürücü bir film izlememiştim. 2003 yapım filmin Türkiye'ye bu kadar geç gelmesine üzüldüm açıksı.

Filmin konusu şöyle ;
"Joel Barish, iki yıl boyunca beraber olduğu sevgilisinden oldukça şaşırtıcı bir haber alıyor. Kadın, bir teknolojik deneye katılarak, ilişkilerini tamamen hafızasından silmiştir. Yani Barish'in kim olduğunu bile hatırlamamaktadır. Bu gelişme üzerine küplere binen adam, aynı prosedürü kendi üzerinde de gerçekleştirmek ister...

Film, adamın hafızaları silinirken, yaşanılan ilişkiyi gözler önüne serer. Adam da bir kez daha oldukça iyi başlayan ve sonradan tadı kaçan ilişkiyi izler. Fakat zaman geçtikçe ve sıra yaşanılan güzel şeylere gelince, üzerindeki müdaheleyi durdurmak ister. Pişman olmuştur!"

Jim Carrey'i hep komedi oyuncusu olarak biliriz. Ama bu filmde bambaşka bir rolde karşımıza çıkıyor. Rolünün hakkını o kadar iyi vermiş ki, komedi filmlerindeki halini hiç düşünmüyorsunuz, dram sahnelerinde yüzünde gerçekten tüm duyguların izini görebiliyorsunuz. Jim carrey'den bu kadar söz ettikten sonra Kate Winslet'e haksızlık etmeyelim, o da çok başarılı.

Film izlerken genellikle müziklerine pek dikkat etmem, ama müzikler o kadar çarpıcıydı ki, filmdeki duyguları -üzüntüyü, gerilimi, bekleyişi- çok güzel anlatıyordu. Bulabilirseniz CD'sini almanızı öneririm.

Parlak, janjanlı Amerikan filmleri gibi değil, kısıtlı bütçeli Avrupa filmi havası var. Olaylar arasında geçişler, bağlantılar, anılar arasındaki yolculuklar bambaşka olmuş. Konu ansızın değişebiliyor, eğer evde izleyecekseniz ilginizi dağıtacak şeylerden (çekirdek, cips, ışık gibi) uzak durmanızı öneririm.

Film bittiğinde kendinizi düşünceler içinde buluyorsunuz; benim de sildirmek istediğim anılarım var mı, peki bunları sildirirsem ne olur? Yaşadığımız her şey olayın bir anlamı var, her şeyden bir şey öğreniyoruz. Eğer anılarımızı sildirirsek yaşamın bi anlamı, heyecanı kalır mı? Üzüntü olmadan sevincin tadını çıkartamayız ki...

Kesinlikle izlenmesi gereken bir film, kaçırmayın derim.

Salı, Ağustos 01, 2006

Sarımsaklı Tavuk

Lezzet dergisi fiyatını 2,5 Ytl'ye düşürdüğünden beri hemen hemen her ay alıyorum. Bugünkü tarifimiz derginin Mayıs 2006 sayısından. Tarifin adı "Sarımsaklı Tavuk", bence "Limonlu Tavuk" olsa daha iyi olurmuş. Acaip lezzetli bir yemek oldu, limonun tavuğa bu kadar yakışacağı aklıma gelmemişti, suyuna ekmeğimizi bandıra bandıra yedik.

Gelelim tarife, ama önce malzemeler :
  • 8 parça tavuk kalça ya da baget
  • 12 diş sarımsak
  • 1 limon
  • 3 domates
  • yarım kahve fincanı su
  • 2 taze soğan
  • 2 çorba kaşığı zeytinyağı
  • 1 çay kaşığı kekik
  • 3 dal maydanoz
  • tuz, karabiber

Bu malzemelerle 4 kişilik yemek çıkıyor. Fırınımızı 180 dereceye ayarlayalım. Öncelikle tavukların derileri ayıklanır. Tavuk makası bu noktada işe yarıyor, çünkü biz tavuk derisi yemediğimiz için keserek çıkartmak daha kolay oluyor. Ya da derisi çıkartılmış ızgara tavuk but parçaları da hazır alabilirsiniz.

Limonu kabuğu ile dilimleyip küp küp doğrayın. Sarımsak, limon ve tavuk parçalarını fırın tepsisine ya da borcama dizin. Üzerine yağ gezdirip kabukları soyulmuş küp küp doğradığınız domatesleri ekleyin. Kekik, tuz ve karabiberi ekleyin. Suyu döküp kabın ağzını alüminyum folyo ile kapatın. 180 derece fırında 25 dakika kadar piştikten sonra alüminyum folyoyu çıkartyıp verev doğrandığımız taze soğanı üzerine serpin. Bu şekilde bi 20 dakika kadar daha pişirelim.

Üzerine kıyılmış maydanoz serpip servis yapın.

Perşembe, Temmuz 27, 2006

Havlu Mutfak Önlüğü

Biz bayanlar misafirliğe gittiğimiz yerde, hemen mutfak işine yardıma girişiriz. Bu arada genellikle erkekler salonda mubabbeti koyulaştırmış oluyorlar.

Herkesin kendine göre mutfakta alışkanlıkları var. İlk dikkatimi çeken şeyler - aslında alışkanlıktan kaynaklanıyor - tezgahın üzerinde bulaşıklığın veya el kurulayacak bir havlunun olmaması. Evde bulaşık makinası olduğu için bulaşıklığa gerek kalmıyormuş ya da tezgahın üzeri bomboş olmalıymış. Peki lavaboda bir iş yaptıktan sonra ellerinizi kuruluyor musunuz? Eğer cevabınız evet ise bu işi nasıl halletiniz?

Mutfakta yemek yaparken, sürekli lavabo-tezgah-ocak arasında dolaşıyorum ve yere ellerimden su damlamasına hiç dayanamıyorum. Bu konuyu çözmek için küçük bir mutfak havlusunu elimin altında bulunduruyorum. Ancak her lavabo işinden sonra havluyu bıraktığım yerden alayım, tekrar kurulayıp tezgahta bi yere bırakayım süreci bir süre sonra can sıkıcı hale gelmeye başladı. Önünde cebi olan bir önlük alıp cebin içine küçük havluyu koyuyordum, kanguru misali havluyu cebimde taşıyorum, ama bu yöntem de pek pratik olmadı. Çünkü havluyu cebe düzgün koymazsam tezgaha dayandığımda, hareket ettiğimde yere düşürebiliyordum.

Belki sizin zaten bildiğiniz, hatta değişik değişik modellerini yaptığınız bir şeydir, ama ben yeni keşfettim : havlu önlük. Mutfakta kızgın anıma denk geldi, 50x100 ölçülerinde bir havluyu ortadan kestin kenarına tığ ile süs ve kemer yaptım ve resimde gördüğünüz önlük ortaya çıktı. Sonuçta mutfakta ben nereye havlu da oraya :)

Pazar, Temmuz 23, 2006

Karayip Korsanları : Ölü Adamın Sandığı

İlk filmi keyifle izlemiştim, devam filmi gösterime girer girmez soluğu sinemada aldım. Konusu şöyle :

"İlk serüvenden hatırladığımız gözüpek delikanlı Will Turner ve güzel Elizabeth, düğün hazırlıklarını yapadursunlar; dostları eksantrik Kaptan Jack Sparrow, yine bela aramaktadır. Elbette ki, Sparrow'un başına açılacak belalardan Will Turner ve Elizabeth de nasiplerini alacaklardır.

Jack'in, efsanevi Uçan Hollandalı'nın kaptanı Davey Jones'a kan borcu olduğu ortaya çıkınca, tekrar ortalık birbirine girer. Eğer Sparrow, bu borçtan kurtulamazsa ömrü boyunca Uçan Hollandalı'nın kölesi olarak yaşama riskiyle karşı karşıyadır. Ama her beladan kurtulmanın elbet bir yolu olabileceğini düşünen uyanık Jack Sparrow'un, Ölü Adamın Sandığı’na sahip olan kişinin Davy Jones'u da kontrol edebileceğini öğrenmesiyle işler karışır."


Jonny Depp "Kaptan Jack Sparrow rolü ile yine harika bir iş çıkartmış. Ada sahnesinde yüzündeki makyaja özellikle dikkat :) İlk filme göre sanki biraz daha eğlenceye önem vermişler gibi geldi. Uçan Hollandalı adlı geminin ve içindeki mürettebatın denizle bütünleşmeye başlamış hallerini tasarlayanların hayal gücüne hayran kalmamak elde değil. Bu canlılara ve geminin detaylarını da kaçırmayın derim.

Artık filmlerde teknoloji kullanılarak her türlü aksiyon sahnesi yapılabiliyor, ama bazı sahnelerde çok belli olunca 70li yılların filmleri aklıma geliyor. Sallanan bir araba ve arkada oynayan film ile arabanın gittiği etkisi yaratılmaya çalışıyormuş. 70li yıllardaki filmlerde bu hile bu kadar çok belli olunca rahatsız olmuyorum, ama günümüz filmlerinde benzer hileyi bu kadar bariz görünce gülesim geliyor. Filmin sonuna doğru sadece Jack Sparrow ve canavarın olduğu bir sahneye dikkat ederseniz bu detayı çok kolay yakalayabilirsiniz.

Ayrıca yine ilk filme göre konu ve konunun çözülmesi daha zayıftı. Hatta konu çözülmedi, üçüncü film için hazırlık yaparak sürprizle bitti (Yüzüklerin Efendisi serisinin ikinci filminde olduğu gibi). Sanırım üçüncü film daha maceralı olacak, ama yine 1 sene daha beklememiz gerekecek.

Keyifli bir 2,5 saat geçirdik, fırsatınız olursa gitmenizi öneririm.

Pazartesi, Temmuz 17, 2006

YE # 12 Sütlü Tatlılar

Bu ayki etkinliğe aslında hepimizin prenses pasta diye bildiği "sütlü irmik tatlısı" ile katılacaktım, ancak evde irmik olmayınca Lezzet dergisinin Eylül 2005 sayısındaki "Osmanlı Usülü keşkül"den yapmaya karar verdim. Malzemeleri ve yapılışını aynen aktarıyorum. Aşağıda kendi notlarımı da ekleyeceğim.

Malzemeler :
  • 4 su bardağı süt
  • 4 çorba kaşığı pirinç unu
  • 30 gr çekilmiş badem
  • 50 gr çekilmiş antepfıstığı
  • 1 su bardağı tozşeker
  • 2 çorba kaşığı rendelenmiş hindistan cevizi

Yapılışı

  • Süt, pirinç unu, badem ve antep fıstığını tencereye alın. Malzemeleri birbirlerine yedirene kadar çırpma teli ile çırpın.
  • Kısık ateşte tahta kaşık ile koyulaşıncaya kadar sürekli karıştırarak pişirin.
  • Tozşeker ve hindistan cevizini ekleyip 5 dakika da pişirin.
  • Tatlıyı kaselere paylaştırıp üzerini file bademle süsleyin.
  • Buzdolabında 2-3 saat beklettikten sonra soğuk olarak servis yapın.

Öncelikle evde çekilmiş badem yoktu. İçine koyabileceğim bademi kendim hazırladım. Bunun için normal kabuklu bademi biraz su ile haşladım. Böylece su kaynamaya başladığında kabuklar kabardı ve soğuk soyla duruladıktan sonra kolaylıkla kabukları soyuldu. Daha sonra kağıt havlu ile suyunu aldıktan sonra ufanlanması için havanda dövdüm.

Tozşeker ve hindistan cevizini daha sonra değil, işin başında ekledim. Tadında ya da yapılışında bir sorun olmadı. Karışım muhallebi kıvamına gelince soğumadan kaselere koydum, bu ölçülerden 5 kase tatlı çıktı. Üzeri hafifçe donduktan sonra kırık badem ve toz antep fıstığı ile süsleyip buzdolabına kaldırdım.

Bize biraz şekeri fazla geldi, damak zevkinize göre siz de azaltabilirsiniz. Buzdolabından çıkartıp soğuk soğuk yemenizi öneririm.

Afiyet olsun



Salı, Temmuz 11, 2006

Yeni Görünüm

Merhabalar,

Uzun zamandır blogumu biraz renklendirmek, değiştirmek istiyordum. Bu yaramaz kuşları (Pixar filmlerini sevenler neden yaramaz olduklarını bilirler) görünce dayanamayıp operasyonu başlattım. Kodda bir kaç düzenlemeden sonra sayfa hemen hemen hazır hale geldi. Ee yorumlarınızı bekliyorum, nasıl olmuş?

Bu linkte ücretsiz şablon bulabileceğiniz sitelerin listesi var. Eğer siz de şöyle bir değişiklik yapayım diyorsanız, bir göz atın derim.

Nedenini bilemiyorum, ama bloga bi şey yazmaya üşeniyorum. Televizyon karşısında tembellik yapıyorum, dergi karıştırıyorum, takip ettiğim bloglara birer birer uğruyorum ( yorum bırakmasam da), yabancı takı sitelerinde geziyorum. Hatta takı yapmaktan çok, yapılmış modellere bakmak daha çok hoşuma gidiyor. Yazın gelmesiyle tembelleştim galiba :)

En yakın zamanda Rodin sergisinden görüntülerle burada olacağım. TV karşısındaki koltuğum beni bekliyor, görüşmek üzere...

Sevgiler

Pazar, Temmuz 02, 2006

Miyazaki ve Filmleri

Animasyon filmleri çok seviyorum, normal filmlerden farklı olarak hayal gücü daha yoğun kullanılıyor.

Bu aralar Japon çizgi filmlerine (anime ) kafayı taktım. Aynı yönetmenin 4 filmini arka arkaya izledim. Kesinlikle Shrek, Nemo gibi filmlerden çok farklı. Pixar, Walt Disney filmlerinde görüntülerin daha 3 boyutlu, daha gerçeğe yakın olmasına çalışılıyorken, Japon çizgi filmlerinde ise çizgi film olduğu daha çok hissettiriliyor, konu ve anlatımı daha öne çıkıyor.

Miyazaki için "Japonların Walt Disney"i deniyormuş, ama kendisi bu tanımlamadan hiç hoşlanmıyormuş. Filmlerinde değişik yöntemlerle insanların iyi yönlerini anlatmaya çalışıyor, hatta kötü karakterlerin bile iyi yönlerini yeri geldiğinde öne çıkartıyor. Japon kültüründen etkilendiği konuları bazen anlamak zor olabiliyor.

Aslında filmle ilgili daha fazla yazacaktım, ama filmle ilgili detay vermek istediğim için vazgeçtim. Eğer bu tip filmler ilginizi çekiyorsa, sıradan konulardan sıkıldıysanız, hayal gücünüzün zorlanmasını, hatta şaşırmak istiyorsanız bu filmleri izlenizi öneririm.

Filmlerin konularını linklere tıklayarak Beyazperde.com'dan okuyabilirsiniz :


Çarşamba, Haziran 28, 2006

Sıcaklar... sıcaklar ...

Bu aralar yazacağım bir sürü şey var, ama sıcaklardan dolayı bi türlü bilgisayar başında oturamıyorum.

Aslında desktop değil, laptopla çalışıyorum. Şu altı dolgulu olan tepsiler var ya, onun üstüne laptopı koyuyorum, TV karşısında koltukta uzanıp sörf yapıyorum. Ama bu sörf pek serinletmiyor, aksine tepsinin altı ve bilgisayar sıcak yaydığı için internet başında zaman geçirmeye sabrım yetmiyor. Ben de bol bol film izliyorum :)

Acaba bi de balkona çıkıp ordan çalışmayı deneyeyim. Yere bir kova da su dökerim, hem temizlenir hem de ortalık serinler değil mi? Geçen yaz İspanya'dan hatıra diye aldığım bi yelpazem olacak, onu bulma vakti geldi galiba. İşyerinde yeterince klimalı ortamda kaldığım için evde pek tercih etmiyorum. Bugün karfurdan bi vantilatör kaptık geldik, şöyle hafif esinti bile iyi geliyor.

Sıcaklarla kolay başa çıkabilmeniz dileğiyle...

Perşembe, Haziran 22, 2006

Çikolata Kursu

Doğum günümde arkadaşlarımın hediye ettiği çikolata kursuna nihayet gidebildim. Çok eğlenceli 2,5 saat geçirdik. Bu kadar kısa süre içinde evde çikolata yapmak için temel teknikleri öğrendik. Eğer siz de meraklı iseniz gitmenizi öneririm.

Aslında beyaz çikolatalı da yapanlar vardı. Ama genellikle bitter tercih ettim. Yaptığımız bu lezzetlerden en çok ortadaki (Rochas) hoşuma gitti. İçine bolca ceviz, fındık çikolatası koyarsanız Beyoğlu çikolatası gibi oluyor.

Pazartesi, Haziran 19, 2006

YE # 11 Balık

Bu ay Hindistan Cevizi blogundaki balıklı tarifler etkinliğine konuk oluyoruz.

Balık yemeyi çok severim, hiç hayır diyemem. Evde kızartma yapmayı sevmediğimden genellikle ya tencerede ya da fırın torbasında yapıyoruz. Eğer canımız hamsi istediyse Küçükyalı'daki Küçükyalı Balıkçısı-2'ye gidiyoruz. Bence en güzel kalamarı orda yapıyorlar.

Akşam eve geldiğinizde hemen hazırlayabileceğiniz bir tarif ile bu etkinliğe katılıyorum. Eğer apartmanı balık kokusu içinde bırakmayacak durumdaysanız aklınızda olsun çupranın ızgarası daha lezzetli oluyor.

Fırında Çupra :

Malzemeler :
2 adet 300-400 gr lık çipra
1 orta boy kuru soğan
2 patates
2 domates
2-3 çarliston biber
1 adet buzdolabı torbası

Yapılışı :

Çukur bir kaba 3-4 yemek kaşığı sızma zeytinyağı, biraz karabiber ve az biraz da soya sosu ekleyip karıştırın. Soya sosu eklediğiniz zaman tuz eklemenize gerek yok. Soya sosunuz yoksa biraz da tuz ekleyebilirsiniz. Biz yemeklere gerekmedikçe tuz koymadığımız için bu durumlarda sadece zeytinyağ ve karabiberle idare ediyoruz. Balıkları bu sosa güzelce bulayıp 1-2 saat buzdolabında dinlendirin. Eğer "1-2 saat bekleyemem çok acıktım" diyorsanız deep freezeden çıkarttığınız balıkları yine de bu sosa yatırın, malzemeleri hazırlarken bile beklese olur.

Soğanı soyup dörde bölelim. Domateslerin ve biberlerin çekirdeklerini çıkartıp kalın kalın doğrayalım. Patatesleri soyup dilimleyelim.

Balıkları fırın poşetinin içine yerleştirdikten sonra malzemeleri torbanın içine dolduralım, bir parça defne yaprağı da koyabilirsiniz. Poşetin ağzını sıkıca kapattıktan sonra üzerinde bir kaç yeri ufak kesik açmayı sakın unutmayın. Eğer kesersen çok kaçırırım derseniz, bir kaç yere iğne de batırarak delik açabilirsiniz.

180 dereceye ısıtılmış fırında yaklaşık 30-35 dakika pişirdikten sonra yemeğiniz hazır. Balıklar pişerken bol yeşillikli bir salata hazırlamanızı tavsiye ederim. Eğer seviyorsanız beyaz kuru soğan da balığın yanında güzel gider :)

Küçük balık yerken başını, kuyruğunu yiyemem. Hatta hamsi yerken bile üşenmeyip kılçığını mutlaka ayıklarım. Çupra büyük balık olduğu için yemesi hem kolay, hem de lezzetli. Ufak bir not, çuprada yanak etlerini yemeyi unutmayın :)

Afiyet olsun

Salı, Haziran 13, 2006

Küpeler...

Bizim evde de Dünya kupası başladı, siz ne durumdasınız? Misafirlikler, yatma saatleri, yapılacak işler gibi her şey maçlara göre ayarlanıyor. Çayımızı, çiğdemimizi alıp TV karşına geçiyoruz. Aslında benim maçlarla bir işim yok, ama merak işte. Favorim Brezilya, neden diye sormayın, ben de bilmiyorum :)

Aslında Türkiye'nin de katıldığı bir dünya kupası olsa, izlemek daha heyecanlı olacaktı. 2002'deki dünya kupasındaki maçlarını heyecanla takip ediyorduk. Hatta yöneticimiz izin vermişti de, mesai saatlerindeki maçları işyerinde toplantı odasında duvara yansıtıp izlemiştik :) FBli olmama rağmen Hakan Şükür'ün maçın 6. saniyesinde attığı rekor golü unutmak mümkün değil :)

İki paragraf yazabildiğime göre, ben de kupa havasına girmişim galiba :) Eşim maç izlerken ben de fırsattan istifade boncuklarla ilgileniyorum. İşte bunlar da yeni küpelerim :




Pazar, Haziran 11, 2006

Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük

9000 yıl önceki Anadolu'nun sahipleri ile tanışmak istiyorsanız 26 Mayıs - 20 Ağustos 2006 tarihleri arasında Beyoğlu'ndaki Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesine bir uğrayın derim.

Kesinlikle bir sergi salonu gibi değil. Çatalhöyük'teki evlerin örnekleri yapılmış, o yıllarda insanların nasıl yaşadıklarını görebiliyorsunuz. Orjinal eserler de sergileniyor. En dikkat çekici eser ise boncuklu bebek iskeleti (3. resim). Bebeğin el ve ayak bileklerinde renkli boncuklardan yapılmış bilezikler takılıydı. Boncukların renkleri hala belirgin. Bebeği gömerken sevgi ifadesi olarak takıldığı tahmin ediliyor.

Bu linkte sergiden fotoğraflar görebilirsiniz ve detaylı bir yazı okuyabilirsiniz.

Sergi çıkışında mühürler var. Gerdirilmiş deri üzerine basıp, el deseni oluşturuyorsunuz. Sonra da içine adınızı yazıyorsunuz. "Siz de Sergiye Damganızı Vurun!"

İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle,

Sevgiler

Çarşamba, Haziran 07, 2006

İncik Boncuk'un Doğumgünü

Evet başlığı yanlış okumadınız. 07.06.2005'te başladığım blog maceramda bir seneyi doldurdum, zaman nasıl hızlı geçip gidiyor değil mi?

Aslında kendi blogumda yazmak aklıma hiç yoktu. Kendi blogunu açıp bana da cesaret veren arkadaşım Emel'e bu konuda teşekkür ederim. Emel, bu sene yüksek lisans derslerinden fırsat bulamadığı için bloguna pek fazla zaman ayırmadı. Tezini verir vermez kendisini bir an önce aramıza bekliyoruz.

Bir sene boyunca neler yazdım : Önce balkonumu ve çiçeklerimi tanıtarak giriş yapmışım. Sonra ahşap boyama konulu mesajlarla devam etmişim. Gittiğim yerleri, okuduğum kitapları, izlediğim filmleri paylaymışım. Ama en çok takı tasarımlarıma yer vermişim. "Geçen bir yılda neler yazmışım" okumak isterseniz tıklayın.

Daha ne kadar devam ederim, hiç düşünmedim. Fırsat buldukça burda olmaya çalışacağım. Naha nice seneler burda güzel şeyler paylaşabilmek dileğiyle...

Sevgiler

Pazartesi, Haziran 05, 2006

Kolyeler

Evet, ilk makrome denemem ile karşınızdayım. İlmek ya da düğüm atmaya elim alıştıktan sonra kolye çabucak bitti. Mor ahşap boncukların rengi fotoğrafta pek iyi çıkmamış. Desenli olan ahşap boncuklarla renkleri uyumlu oldu.

Makrome için pamuklu bir ip aldım, ne diye satılıyor bilmiyorum, ama çok güzel bir dokusu var, düğümleri yaparken hiç zorlanmadım. Bir türlü mumlu ipe alışamadım, ipin hafif yapışkan dokusunu elimde hissetmek hoşuma gitmiyor olabilir.

Diğeri de yine 3lü düğümle tekniğinden yola çıkılarak tasarlanmış, ancak bazı boncukların yetmemesinden dolayı mecburen asimetrik bir kolye oldu. Modele malzemeler karar verdi :)


Cuma, Haziran 02, 2006

Kitaplar kitaplar...

Geçen akşam büyük bir kitapçıya girdim. Yeni çıkanlar, çok satanlar derken yaklaşık 1-1,5 saat oyalanmışım. Sonuçta da bir kucak kitap alıp çıktım. Kütüphanemde Yaşar Kemal'in İnce Memed serisinin 4 kitabı bana sürekli göz kırpıyorlar, ama onlara bir türlü zaman ayıramıyorum. Bu aralar pek roman okumuyorum, daha ziyade anı kitapları hoşuma gidiyor.

Bu arada, 4 aydır EVİM diye bir dergi çıkıyor. İçerik olarak benim çok hoşuma gidiyor. Diğer ev dekorasyon dergileri gibi içinde egzantrik mobilyalar, fiyatlar, dekorasyon fikirleri yok. Daha sade ve Türkiye'de bulunabilir önerilerle konular işleniyor. Yaşadığınız mekanı güzelleştirmeye niyetiniz varsa bir göz atın derim.

İşte yeni kitaplarım;

Uzakname'yı severek okumuştum, o nedenle ilk olarak Yakınname'den başladım. Şimdi bana biraz müsade. Yatmadan Mehmet Yaşin'in gözüyle ufak bir Türkiye turuna çıkacağım da.

Sevgiler

Salı, Mayıs 30, 2006

Haftasonu Gezmesi

Sizin oralarda hava nasıl? Bizim buralar acaip sıcak. Sanki ilkbahar çok kısa sürdü. Bu sene yaza o kadar hazırlıksız yakalandım ki, sabahları ne giyip çıkacağımı bilemiyorum. Hala yazlık-kışlık değiştirme işini yapamadım :))

Hazır mevsimi açılmamışken Ağva'ya gidelim dedik. Cuma akşamından yola çıktık, yanlış yoldan gitmeye karar verdiğimiz için Teke-Ağva arasındaki virajlı yola girdiğimizde hava çoktan kararmıştı. İlk defa Ağva'ya gittiğimiz yolu da bilmediğimiz için yavaş yavaş gittik. Kalacağımız motele vardığımızda akşam saat 10 olmuştu, aslında İstanbul'dan 1,5 saatmiş, ama biz 3 saatte ancak vardık.

Sabah kuş sesleri ile uyandık. Nehir kenarındaki kahvaltıdan sonra sahile indik. Geniş ve güzel Ağva kumsalı heyecanla haftasonu misafirlerini bekliyordu. Karpuz kabuğu denize düştü mü bilmiyorum, ama deniz sezonunu açanlar var. Ben hala yazlık malzemelerimi çıkartmadığım için eşofmanımın paçalarını sıvadım, şöyle Karadeniz'in hafif dalgalı sularında ayaklarımı serinlettim. Bir süre sahilde kumlardan yürüdük, bazı yaramaz dalgalar paçalarımı ıslattı.

Cumartesi günü Ağva kafa dinlemeye ne kadar uygunsa, pazar günü de o kadar kalabalıktı. Havanın güzelliğini görenler biraz temiz hava, biraz değişiklik için sabahın erken saatlerinde Ayva'ya gelmeye başlamışlardı. Pazar akşamı dönüş trafiğine kalmamak için 11:30 gibi yola çıktık. Aslında toplamda 1 tam gün kaldık, ama sanki uzun bir tatil gibi geldi.

Ağva'ya ille de konaklamalı gitmek gerekmiyor, cumartesi sabah erkenden yola çıkıp akşam üstü de dönebilirsiniz. Aklınızda olsun, Üsküdar'dan saat başı dolmuş kalkıyor. Fırsatınız varsa cumartesi günü gitmenizi öneririm, pazar günleri kalabalık oluyor gibi görünüyor.

Yaz mevsimin ilk ayına gireceğimiz şu günlerde serin bir yaz geçirebilmeniz dileğiyle



Pazar, Mayıs 21, 2006

Küpeler-2... ve Da Vinci Şifresi

Ben bu küpe işini çok sevdim. Modele göre bazen çok el oyalıyor, ama kolyeye göre daha çabuk bitiyor. Bazen küpenin tekini yapıyorum bi hevesle, sonra diğerini yapmaya üşeniyorum :) Öyle yalnız olmaz di mi? Diğer eşini de bir süre sonra yapıyorum.

Bu haftasonu büyük bir merakla beklediğim Da Vinci Şifresi filmini izledim. Yorumlarda yazıldığı kadar -gülünmeyecek yerde gülünüyormuş- kötü değil. Sonunu bilmeme rağmen sıkılmadım, keyifli bir 2,5 saat geçirdim.

Başrol oyuncuları rollerine çok yakışmış. Audrey Tautou'yu ilk olarak Amelie filminde görmüştüm. İzlemediyseniz, kesinlikle izlemenizi öneririm, bence kaçırılmaması gereken bir film. Tom Hanks'i pek sevmem, nedenini bilmiyorum, onun oynadığı filmler de hiç cazip gelmiyor. Ama iş bu film olunca mecburen izledim. Kitap çok sürükleyici ve inanılmaz detay vardı, açıkçası bu kitabı beyazperdeye nasıl aktardıklarını çok merak ediyorum. Lafın kısası, güzel özetlemişler :)





Pazartesi, Mayıs 15, 2006

YE # 10 ÇİLEK

Bir kaç aydır yemek etkinliklerini kaçırıyordum. Ama bu ay son dakikaya bırakmadığım için sizler için 2 tarif hazırladım : Çilek Reçeli ve Çilekli Dondurmalı Tart. Organizasyon için Benim Küçük Mutfağım blogunun sahibi Tuğçe'ye teşekkür ediyor, çilekli tarif gezimiz için kendisine kolay gelsin diyorum.


Daha önce hiç reçel yapmamıştım. Ekmek makinasını da yeni aldığım için bir heves reçel programını denedim. Çilekleri yıkamak ve ayıklamak dışında başka bir işi yok, çok pratik oldu. Çilek reçelinde şeker ve meyve ölçüsü 1:1 olmasına rağmen çok tatlı sevmediğimiz için 400 gr meyveye 250 gr şeker kullandım. 2 yemek kaşığı da limon ekledim. Heyecanla 1 saat 20 dakika reçel programının bitmesini bekledim.

Ben deneme amaçlı yaptığım için az meyve kullandım. Daha fazla yapmak isterseniz karıştırma aşamasında pişirme kabından makinanın içine taşma olacağını göz önüne alarak miktarı arttırabilirsiniz.

İçine sıcak su döküp boşaltarak kavanozları ısıtın. Bu şekilde ani sıcaklık değişiminden dolayı camın çatlasını önlemiş olursunuz. ( Çaycılar da seri halde bunu yaparlar ya ) Sıcak reçeli kavanozlara boşaltın ve soğumaya bırakın.

Peki reçel nasıl oldu? İlk düşüncem, bana çok sulu geldi. Ama içinde neler olduğunu düşününce benim için bir sakıncası yok. Sulu olan kısım sadece çilek suyu ve şeker. Ekmeği banınca nefis bir çilek tadı alıyorsunuz. Sonuç bol taneli ve lezzetli bir çilek reçelimiz oldu :)


Gelelim Çilekli Dondurmalı tart tarifine. Bu tarifi bi zamanlar bir dergi eki olarak verilen Tukaş çilek kitapçığından buldum. Tarifteki malzemeleri aynen aktarıyorum. Ancak ben tartı ölçülerin yarısını dikkate alarak hazırladım, üzerine de krem şanti koymak yerine çikolata eritip döktüm. Tukaş'ın dondurmasını hazırlamak yerine hazır sade ve çilekli dondurma alıp tartın içine karıştırarak doldurdum. Yaz için gayet pratik ve hafif bir tatlı oldu.

Malzemeler:
2 paket petibör bisküvi
100 gr tereyağ
1 çorba kaşığı toz şeker

1 paket Tukaş çilek aromalı dondurma
Yarım su bardağı Tukaş çilek reçeli
Yarım paket Tukaş sade krem şanti
200 gr labne peyniri
200 gr çilek
1.5 su bardağı süt

Yapılışı:
Dondurmayı üzerindeki tarife göre hazırlayın. Krem şantiyi de tarife göre hazırlayıp sıkma torbasına doldurun.
Bisküvileri ufalayıp robottan geçirin. Üzerine tereyap ve şekeri ekleyip yoğurun, tart kalıbının dibine kaşıkla bastırarak yayın. 20 dakika buzlukta bekletin.
Dondurmayı tartın içine yayın.
Labne peniri ve çilek reçelini mikserde krema kıvamında çırpın. Dondurmanın üzerine ilave edip buzlukta 10 dakika bekletin. Çilek ve krem şanti ile süsleyip buzlukta 5 dakika daha bekletin. Dilimleyip servis yapabilirsiniz.

Afiyet olsun.

Perşembe, Mayıs 11, 2006

Küpeler...

Boncuklarımı özlemişim. Pazar günü evde boncuklarla oynadım. Sonuçta bu küpeler çıktı, nasıl güzel olmuşlar mı?




Pazar, Mayıs 07, 2006

Yeni Ekmekler

Ekmek makinasını aldığımızdan beri eve dışarıdan ekmek almıyoruz. Zamanım varsa internetteki tarifleri deniyorum, yoksa Söke Un'un hazır ekmek karışımlarından yapıyorum. Geçtiğimiz haftalarda Tarçın'ın Mutfağı'ndan iki tarif denedim : Cevizli Ekmek ve Kepekli Ekmek. Tarifleri aynen uyguladım. Farklı olarak kepekli ekmeğe 1/3 cup keten tohumu ve 1/3 cup ayçekirdeği içi ekledim. Ekmek makinasının 700 gr somun ayarını seçerek 1 numaralı programda pişirdim.

Cevizli ekmeği denediğimde, saat epeyce geç olmuştu. Soğumasını beklemeye hem sabrım kalmamıştı, hem de çok uykum gelmişti. Kalıptan çıkardıktan sonra içini görmek için hemen kenarından kestim. Ekmek daha soğumadığı için tabii ki kestiğim yer hamur hamur oldu. Aklınızda olsun, benim gibi sabırsızlık etmeyin, ekmek soğuduğunda kesip içine bakın derim :))

Bu aralar ilham perileri hala ziyaretime gelmiyor. Ama belki gelirler diye boncuklarla oyalanıyorum. Ufak bir şeyler yaptım. Tamamlayınca sizler paylaşacağım.

Cevizli Ekmek

Kepekli Ekmek

Salı, Mayıs 02, 2006

1. Ulusal Takı Yarışması

http://www.hobidunyasi.com.tr/

Bugün öğleden sonra Avrupa yakasında olduğum için, iş çıkışı hemen Taksim'e sergilenmeye değer bulunan eserleri görmeye gittim. Aslında sergilenmeyenler bile eminim çok güzel ve orjinaldir. Yarışmaya katılmak, değişik bir şeyler tasarlamaya uğraşmak bile büyük cesaret, büyük emek işi. Katılan herkesi can-ı gönülden tebrik ederim.

1171 tasarım katılmış, bunlar içinden 435 tanesi sergilenmeye değer bulunmuş. Eğer yarın yolunuz Taksim civarına düşerse, hatta bence düşürmeye çalışın, bu güzel eserleri Taksim Metro sergi salonunda görebilirsiniz. 3 Mayıs saat 18:00'da sergi sona eriyor.

Sergi ile ilgili ne yazsam bilemedim, gidip görmek gerek. Bezeme ve otantik örnekler sanki ağırlıktaydı. Bazı bezeme örnekleri vardı ki, insan gözünü alamıyor, yapan kişilerde iyi sabır varmış. Bir kahverengi dantelli kemer ile gümüş dalında ikincilik kazanan kolye ucu çok hoşuma gitti. Bunlar aslında kullanabileceğim tarzda beğendiklerim. Bir de gerçekten değişik tasarımlar var, ancak burdan tarif etmem mümkün değil :)

Yazmadan geçemeyeceğim, yine ilginç malzemelerle tasarımlar vardı. Bir tanesi hurma çekirdeği ile yapılmış : verniklendikten sonra ortasındaki oyuğa yeşil boncuklar yapıştırılmış. Kahverengi ile yeşil uyumu ile çok hoş bir tasarım olmuş.

Bir de yanılmıyorsam bir kolyede ayıcık şeklinde jelibon kullanılmıştı, belki de o saatte acıkmış olduğum için benzetmiş olabilirim :) Çocuğunuz falan varsa böyle bir kolye kullanmayın, "anne, gene benim jelibonlarımı mı kullandın" diye mızmızlanabilir :))) Diğer bir ilginç model de çengelli iğneler kullanılarak tasarlanmış.

Hobi dünyası takı dergilerini kaçırdıysanız ya da eksikleriniz varsa sergi salonunda 2 ytl karşılığında satın alabilirsiniz.

Bu aralar benim ilham perileri kaçtı, melekli puzzle ile uğraştığımı görünce kıskandılar herhalde :)) Bol tasarımlı günler.

Sevgiler

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

Yapboz Ne Durumda?

Eveeet, 30 Nisan geldi, geçti. Benim yapboz bitti mi, malesef hayır :( Desenli kısmı bitti, yapması çok zevkliydi. İş gökyüzüne gelince bayağı zorlandım. Tecrübeli arkadaşlarım yardıma geldiler, ama sohbet etmekten yapbozla ilgilenmeye zaman ayıramadık. Bakalım ne zaman bitireceğim.


"Şifalı Taşlarla Sağlıklı Yaşam" adlı kitabı takı ile ilgilenen ve doğal taşlara meraklı arkadaşlara tavsiye ederim. Aslında taşların neye şifalı geldiği kısmından ziyade, kimlik kartları ve varsa hikayeleri daha çok ilgili çekti. Bir sayfa taş hakkında bilgiler veriliyor : mevcut diğer adları, olası renkleri, çıkarıldığı ülkeler, kimyasal formülü, özdeşleştiği burç, ...

Taşları kullanma ve tanıma ile ilgili ip uçları veriliyor. Örneğin Turkuaz gibi bazı taşların kolaylıkla sahtesinin yapıldığını ve gerçeğini nasıl anlayacağınız anlatılıyor. Bu taşlar kullanıldığında vücutla temas etmeli ya da eğer bir yüzükte ise taşın etkisini gösterebilmesi için enerji akışını engellemeyecek şekilde tasarlanmış olmalıymış. Benim hoşuma giden yazılar oldu, belki siz de güzel bilgiler bulabilirsiniz.

Salı, Nisan 18, 2006

Yeni Bir Hobi Daha


Sanki evdeki tüm boyalar, boncuklar, örgüler, ipler bitti, bütün kitan kitaplar okundu; bir de şu yapboz işine bulaştım. Aslında önceden 2 yapboz çalışmam olmuştu. Birisi nehir kıyısında çiçekçilerin olduğu bir resimdi, karlı bir İstanbul gününde gökyüzü kısmını biraz zorlayıp deneme yanılma ile bitirmiştim.

İkincisini eşimle birlikte beğenip almıştık, ilk önce bi heves birlikte kenarlarını yaptık. Daha sonra ben ortadaki kadın figürünü yaptım. Ama arkasındaki yeşil fonu bir türlü bitiremedim. Neyse ki yapboz halısı aldım da toplayıp kaldırdım, yoksa yarım kalmış yapbozu yaklaşık 3 sene nerde, nasıl muhafaza ederdim bilmiyorum.

Bir iki hafta önce kitapçı da gezerken bu yapboz çok hoşuma gitti. Arka fonun zor olması konusunda eşimin uyarılarına rağmen söz dinlemeyip bu yapbozu aldım. 30 Nisan'a bitireceğime dair söz verdim : 12 günüm kaldı.

Yapboz halısında hala bitmeyen yapboz olduğu için salondaki orta sehpaya el koydum, üstüne vakti zamanında bu iş için kestirdiğim MDF'yi yerleştirdim. İlk yapbozu yaparken Türkiye'de uygun fiyata yapboz halısı yoktu ya da ben bulamıyordum. Ben de taşınması kolay diye yapı markette istediğim ölçülere göre MDF kestirmiştim.

İlk önce kenar parçaları ayırdım. Bunları yaparken 1000 parça elden geçti, renklerine göre yine ayrı ayrı kaselere koydum. Kolay olan ve yeri çok belli olan parçaları yerleştirerek işleme devam ediyorum. Gökyüzü kısmına gelince bir de şekillerine göre alt gruplara ayırıp işleme devam edeceğim. Bakalım 30 Nisan'a kadar ne kadarını bitireceğim. Ama merak etmeyin bitmiş ve çerçevelenmiş halini sizlerle paylaşacağım. ( umarım )

Pazar, Nisan 16, 2006

Buz Devri - Ice Age 2 Gösterimde

Vee uzun zamandır beklediğim film nihayet gösterime girdi. Hiç kaçırır mıyım, hemen izlemeye gittim.

İlk film kadar başarılı ve eğlenceli olmuş. Bu filmde meşe palamutuna kafayı takmış Scrat'ın, bi çeşit sincap, rolü arttırılmış. Çok ilginç ve çok komik sahneler var. Sid, Manfred ve Diego dışında yeni karakterler eklenmiş. Çok şirin küçük hayvanlar var, tiplemelerine dikkat etmenizi öneririm. Filmle ilgili fazla detay yazamıyorum. Eğer benim gibi animasyon film meraklısı iseniz, kesinlikle kaçırmamalısınız.

Ali Poyrazoğlu, Haluk Bilginer ve Yekta Kopan seslendirmede yine harikalar yaratıyorlar. Deniz ve dalgaların olduğun bir bölüm vardı, detaylar o kadar gerçekçi ki, gerçek mi, yoksa animasyon mu hiç anlaşılmıyor.

Bu hafta Madagaskar'a benzeyen bir animasyon filmi daha gösterime girdi. Vahşi Doğa'yı (The Wild) henüz izleyemedim, ama en kısa zamanda gideceğim.

Güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle...

Pazar, Nisan 09, 2006

Tam Buğday Unlu Ekmek

Eveeet ısrarlara dayanamayıp biz de ekmek yapma makinası aldık :)

Cumartesi günü karfurda alışveriş yaparken bir iki kez önünden geçtik, şöyle bir bakındık, sonuç olarak almaya karar verdik. Daha önceden Söke Un'un hazır ekmeklik un paketlerinden tam buğday unu karışımı almıştım.

Koşa koşa eve geldik. Kitapçığa hızlıca göz atıp hemen uygulamaya geçtim. Yapımı çok kolay. Kutunun arkasında verilen ölçülere göre sırası ile ılık su, un ve en son olarak da mayayı ekledim. Önerilen süreye göre 1 nolu programı seçip beklemeye başladım.

Kapağındaki bölmeden içini görebiliyorsunuz. Önce bi yoğurdu, sonra biraz bekledi. Sonra biraz daha yoğurdu, tekrar mayalanma süresi için bekledi. Son olarak da pişirdi. Bu süreç yaklaşık 3 saat sürdü. Tabii biz de meraklı kediler gibi sürekli gidip gidip kapağından baktık. Bence en güzel özelliklerinden biri de programın bitmesine ne kadar kaldığını küçük ekrandan görebiliyorsunuz.

Eve zaten mis gibi bir koku yayılmıştı, program bittiğinde bip sesleri ile bize haber verince koşarak mutfağa gittik. Heyecanla kapağını açıp mutfak eldiveni ile pişirme tavasını çıkardık. 10-15 dakika bekledikten sonra pişirme tavasından çıkardık, tel ızgaranın üzerine koyduk. Ekmek bıçağı ile ucundan biraz kesince içinin de gayet güzel piştiğini gördük. Artık ev yapımı ekmeğiz hazırdı.

Biraz reklam olacak, ama fiyat performans açısından bence harika bir ürün. Sabah kahvaltıda sıcak ekmek yemek isteyenler için şöyle de bir özelliği var; uyanma saatinizi hesaplayarak programlıyorsunuz, makina sabaha karşı çalışmaya başlıyor. Taze ekmek kokusu ile uyanabilirsiniz ya da rüyanızda nefis ekmekler görebilirsiniz :)

Yalnız şöyle de küçük bir sorun var. Bu kadar güzel bir alete kullanım kılavuzu pek yakışmamış. Biraz daha renkli, yazıları büyük, daha şık bir kılavuz yapsalar harika olur :)

Salı, Nisan 04, 2006

Enginarlı Pilav


Enginar mevsimi geldi çattı, işte size benden yapımı çok kolay, bir o kadar da lezzetli bir pilav tarifi.

Malzemeler:
1 orta boy soğan
1 su bardağı pirinç
4-5 tane haşlanmış enginar
1/2 su su bardağı haşlanmış bezelye
1.5 su bardağı kaynar su
5-6 dal dere otu
2 yemek kaşığı zeytinyağ
tuz

Yapılışı:
Soğanı soyup küp küp doğrayın, 2 yemek kaşığı zeytinyağında pembeleşinceye kadar çevirin. Bu arada enginarları küp küp doğrayın. Pirinci, durulandığında berrak su akıncaya kadar yıkayın ve iyice süzün. Pirinci tencereye ekleyip soğanlarla birlikte çevirin. Pirinç taneleri şeffaflaşınca bezelye ve enginarı ekleyin. Damak zevkinize göre tuz serptikten sonra 1.5 su bardağı sıcak su ekleyip tenceredekileri güzelce karıştırın. Tencerenin ağzını kapatıp kısık ateşte pişmeye bırakın.

Bir 10-15 dakika sonra kontrol edin, eğer suyun az geldiğini düşünüyorsanız yaklaşık yarım su bardağı daha kaynar su (daha az da olabilir, ben biraz göz kararı ekledim de) ekleyebilirsiniz. Pişmeye yakın ince doğranmış dereotunu ekleyin. Pilav hazır olduğunda tencerenin üzerine peçete veya kağıt havlu örtüp kapağını kapatıp dinlendirin. Daha sonra harmanlayıp servis edebilirsiniz.

Pilavdaki enginar ve bezelye miktarı ile arzu ettiğiniz şekilde oynayabilirsiniz. Enginarlı pilav yerine pilavlı enginar da yemek değişik olabilir :) Bir dahaki sefere pişirirken içine yarım limonun suyunu da eklemeyi düşünüyorum, sizin de aklınızda olsun.

Afiyet olsun

Pazar, Nisan 02, 2006

Bahar Geldi

Sizin oralarda hava nasıl? Bizim buralara çoktan bahar geldi :) Saatler de bir saat ileriye alındı ya, akşamları hava geç kararıyor. Sürekli gezesim geliyor. Pazar günü balkondaki sardunyalarıma biraz ilgi gösterdim, geçen sene diktiğim lilyum soğanları bu yaz da açmaya hazırlanıyorlar.

Aslında burçlarla pek ilgilenmem, ama enteresandır arkadaşlarımın burçlarını dikkate aldığımda bi iki burçta gruplayabiliriz : Koç, Yengeç, Aslan. Bunlar dışında arkadaşlarım yok, var tabii. Ama en çok koç burcunda arkadaşım var. Sezonu benim doğum günüm ile sezonu açtık.

Bu pazar günü de bir arkadaşımıza doğum günü sürprizi yaptık. Geçen haftaki organizasyonda ekmek yapım kursuna gidelim diye tutturunca biz de ona ekmek makinası almaya karar verdik. Karfurdan Sinbo'nun bu modelini aldık. Kampanyası vardı, el mikseri ve mutfak tartısı hediyeliydi. Bir de markete gitmeye üşenmesin diye Söke Un'un hazır ekmek unlarından da 2 paket aldık.

Hepsini bir güzel hediye paketi yaptırıp pazar sabahı erkenden kapısına dayandık. Sabahın köründe elimiz kolumuz paketlerle dolu bizi görünce şok oldu tabii :) Heyecanla ekmek denemelerinin sonuçlarını bekliyoruz.

Daha önceden yaptığım bileklikleri paylaşarak bu akşamki yazımı bitireyim. Bileklik yapımı gayet kolay : lastik misinaya boncuklarını istediğiniz sırada dizip bileğinize uygun boya geldiğinde sıkıca düğümlüyorsunuz. İşte bu kadar basit. Aynı tonlardaki bu iki bileklik birlikte takılınca çok şık duruyor.


Pazartesi, Mart 27, 2006

Hediyelerim


Doğum günümde sevgili arkadaşlarım ve eşim benim için bir sürpriz brunch organize etmişler. Doğum günleri arkadaşlarla bir araya gelmek için güzel fırsat oluyor. Cumartesi günü hava ne kadar kapalı ve soğuk ise, pazar günü de şansımıza hava o kadar güzel ve güneşliydi. Hep birlikte güzel yemeklerin ve güneşin tadını çıkarttık.

Arkadaşlarım yemekle uğraşmayı sevdiğimi bildikleri için bana iki güzel hediye almışlar :
1. Leyla Akçağlılar ve Ebru İpekçi'nin yazdığı Nerede Nasıl Yiyelim?
2. Chef's İstanbul'dan bir günlük El Yapımı Çikolatalar kursu

Kendilerine burdan çok teşekkür ediyor ve bu güzel çiçekleri onlara gönderiyorum.
Myspace


Pazar, Mart 26, 2006

Yanar dönerli pasta

myspace layout

Yanar dönerli ne güzel pasta değil mi? Şimdi diyeceksiniz bu pasta da nerden çıktı?

Evet bugün benim doğum günüm. Burdan hepinize koca bir dilim pasta gönderiyorum, rejim falan anlamam :)

Yaş konusunda bir kompleksim yok, insan hissettiği yaştadır diye düşünenlerdenim. O yüzden hala 23 yaşında olduğumu iddia ediyorum. Neden 23? Üniversiteyi bitirdiğim yıldan sonrasını şimdilik sabitledim :) Gerçi bi 10 sene sonra 4lü yaşlara geçince hala 23 diyebilecek miyim bilemiyorum. Minyon tipli olduğum ve işe giderken bile ısrarla sırt çantamın her iki sapını da kollarımdan geçirdiğim için bazıları beni hala üniversiteye gidiyor sanıyor.

Üniversiteden arkadaşlarımla hala görüşüyorum, halbuki yıllar geçti, okul bitti, işe girdik, evlendik,... İnsan sürekli birlikte olduğu insanlarla zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor. Geçenlerde uzun zamandır gçrmediğim bir arkadaşımla görüştük. Yurtta aynı odada kalırken erkek kardeşinin okumayı öğrendiğini anlatır, çizdiği resimleri gösterirdi. Benim aklımda ufaklı kalmış. Eee 'x' napıyor diye sordum, meğersem üniversite sınavına hazırlanıyormuş. Zamanın nasıl hızla geçtiği o an soğuk duş etkisi yaptı :)

Gece vakti çenem epey düştü sanırım.

Nice doğum günlerimde sizinle yine burda buluşmak ve dostlukların çoğalması dileğiyle...

Sevgiler
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...