Salı, Aralık 26, 2006

Mini Mini Yılbaşı Hediyeleri


İşte karşınızda bayan arkadaşlarım için aldığım mini mini yeni yıl hediyelerim : Aynalı ruj kutusu ve içinde minik bir yılbaşı süsü. Hatta belki bir tane de Kent Tofy meyve sulu şeker koymayı düşünüyorum.

Kutunun içine ille de ruj koymak zorunda değilsiniz. İçine bozuk para, anahtar, ilaç, sakız ya da çantanızdaki küçük şeyleri koyabilirsiniz. Soğuk kış günlerinde dudaklarım sürekli kuruduğu için yanımda dudak kremi taşıyordum, benim epey işime yaradı.

Kardan adam, penguen, geyik, noelbaba şeklindeki minik yılbaşı süslerini kullanmak için illa ki evinizde çam ağacınızın olması gerekmiyor. Dolap kapaklarındaki tutacaklara, uygunsa avizenize asabilirsiziniz. Kardanadam olan süsü ben çok beğendim, cep telefonu süsü olarak kullanıyorum :)

Bazı arkadaşlarımı yılbaşında göremeyeceğim için ruj kutusularını hemen vermiştim, aralarında blogumu okuyanlar olduğundan "bizim süsümüz, şekerimiz nerde" diye düşünüyorlarsa merak etmesinler onlarınkini ayırdım :)

Mutlu yıllar

Pazartesi, Aralık 25, 2006

Cengiz Han ve Mirasçıları

Biraz geçen haftanın haberi olacak, ama kaldığımız yerden devam edelim. Oyuncak müzesinden çıktıktan sonra havanın da güzel olmasını fırsat bilerek Emirgan'a doğru yola koyulduk. Sakıp Sabancı Müzesinde bu ay başlayan serginin konusu "Cengiz Han ve Mirasçıları", 8 Nisan 2007'ye kadar sergiyi gezme şansınız var.

Beşiktaş'tan Emirgan yönüne giden otobüse bindik. Bebek ve Rumelihisarı'nda trafik çok yoğundu, her dur kalkta otobüs ancak 1 metre ilerleyebiliyordu. Hisar civarlarındayken müzeye yaklaştığımız için "hava da pek güzel, inip yürüsek mi" diye aklımızdan geçirdiysek de hemen vazgeçtik.

Yazın Rodin sergisine giderken benzer durumla karşılaşmış, otobüsten inip müzeye kadar yürümüştük. Aslında eşim ve ben de yürümeyi seviyoruz. Ancak Hisar'dan sonra Baltalimanı civarı ve 2. köprü altındaki yolda yürümek pek keyifli olmuyor. Kaldırımların üzerine araçlar park ettiği için biz yayalara pek yer kalmadığından, biz de araba yolundan yürümek zorunda kalmıştık. Karşıdan gelen ya da özellikle arkamızdan gelen her araç dıtdıtladıkça yol vererek yürümek pek de keyifli olmamıştı.

Bu deneyimden sonra arabaların dıtdıtlaması olmadan, trafiğe rağmen otobüste oturmak daha huzurlu, iyi bir seçim oldu.

Müzeye giriş tam için 10 YTL, öğrenci için 3 YTL, en az 10 kişilik gruplar için indirim var. Biletlerimizi aldıktan sonra müzeye girdik. Müzeyi gezenleri rahatsız etmemek için ilk iş cep telefonlarınızı sessize aldık.

Sergiyi gezerken dinleme cihazlarından almanızı öneririm. Herhangi bir ücreti yok, kimlik karışılığında alıyorsunuz. Bazı eserlerin yanında kulaklık resmi var, bu resmin yanındaki numarayı cihaza tuşladığınızda eserle ilgili daha detaylı bilgi dinleyebiliyorsunuz. Bu şekilde sergi daha ilgici çekici ve daha anlamlı oluyor.

3 katlı sergi salonunu en üst kattan gezmeye başlıyoruz. En üst katta Moğol imparatorluğu'nun kuruluş dönemlerine ait eserler var. Aynı zamanda o yıllardaki Orta Asya kültürü, Göktürkler ve Uygurlar hakkında bilgi edinebiliyorsunuz.

İkinci katta daha ziyade imparatorluğun yükseliş ve dağılma dönemlerine ait eserler yer alıyor. En alt kata geldiğinizde konu birden bire değişiyor ve Buda ile ilgili o döneme ait eserlerle karşılaşıyorsunuz.

Müzedeki sergilenen eserlerden bazılarını aşağıdaki linkten bulabilirsiniz. Resimlerin üzerine tıklayınca daha büyük olarak görebilirsiniz.

http://www.ab-pr.com/upload/ssm/cengizhan/cengizhan.htm

Eğer gezerken çok yorulduysanız, biraz enerjiye ihtiyacım var derseniz müzenin hemen yanındaki Mehtap kafetaryada oturup bir çay içmenizi ve sütlü tatlılarından denemenizi öneririm.

Bugün beklenenin üzerinde bayağı uzun yazdım :) Şimdilik bana müsade.

Sevgiler

Perşembe, Aralık 21, 2006

Oyuncak Müzesinden Görüntüler

Müze ile ilgili yazı için tıklayın. Resimlerin üzerine tıklayarak oyuncaklardaki detayları daha iyi görebilirsiniz.




Salı, Aralık 19, 2006

İstanbul Oyuncak Müzesi

Haftasonu eşimin dayısı oğlunun veli toplantısı için Denizli'den İstanbul'a gelmişti, bizim misafirimiz oldular. Pazar günü de hep beraber küçük bir İstanbul turu yaptık.

Sabah erkenden hep beraber İstanbul Oyuncak müzesini bulmak için yollara düştük. İnternetten yol haritasını not almıştık, haritaya göre müze civarına yaklaştık, ancak cadde üzerindeki dönüş tabelasını kaçırınca çevreye yabancı olduğumuzdan epey bir dolaştıktan sonra aynı yola tekrar gelebildik. Tabelaları takip etmeye başladık, öyle bir yer var ki, yoldan sola dönülmüyor, sağdan devam ediliyor, orda da yol ayrımında tren yolunun altından karşı yola geçmek gerekiyormuş. Biz bunu biraz zor keşfettik, etrafta birilerini görürseniz sormaktan çekinmeyin, yoksa bizim gibi biraz kaybolabilirsiniz :)

Müze ile ilk yorumum ulaşımı çok kolay değil, web sitesindeki harita ok işaretleri ile detaylandırılmış olsa daha iyi olurmuş.

Şair Sunay Akın, ailesine ait evde hepimizin hayallerini süsleyen oyuncakları bir araya getirerek kendisinin de en büyük hayalini gerçekleştirmiş, müze 23 nisan 2005'te ziyarete açılmış.

3 katlı köşk çok güzel restore edilmiş. Gezimize üst kattan başlıyoruz, her katın girişinde kaçıncı katta olduğunuz Bremen mızıkacıları ile belirtiliyor. Her oda içindeki oyuncakların konusuna göre dekore edilmiş. Örneğin uzay oyuncaklarının olduğu odada tavan gökyüzü olarak tasarlanmış, içeri girdiğinizde karanlık olan oda daha sonra aydınlanıyor, böylece gökyüzündeki yıldızları görebiliyorsunuz. Benim favorim kopmartıman şeklinde tasarlanmış odaydı, vitrinler tren penceresi gibi yapılmış.

O kadar çok oyuncak ve parça vardı ki, Sunay Akın bunları nasıl toplamış, hayret ettim, hakikaten sabır işi. Oyuncakların çoğunun yapım yeri Almanya ve Japonya, yapım yılları da 1950 civarıydı. 1920'lere ait öyle oyuncaklar vardı ki, o yıllarda nasıl yapılmış, şimdiye kadar nasıl sapasağlam kalmış merak ettim. Her biri sanat eseri. Bu oyuncakların çocuklar oyun oynasın diye değil, süs olarak evlerde sergilensin diye yapıldığından şüpheleniyorum :) Ya da o zamanki çocukların oyun oynama tarzı daha farklıydı. Şimdikilere bir oyuncak alıyorsunuz, hemen oyuncağın dayanma (mukavemeti) test ediliyor.

Müzeyi gezdikten sonra alt kattaki kafeye ve tuvalete uğramadan çıkmayın. Oralarda da müze devam ediyor. Kafede çay içmenizi öneririm, çay çok güzeldi, tadı damağımda kaldı :)


Aşağıdaki paragraf müzenin kendi sayfasından;
Sunay Akın, yurt içinden ve yurt dışından yaklaşık dört bin adet oyuncak topladı. En eski oyuncak 1817 yılına ait, Fransa'da yapılan bir oyuncak keman… 1820 yılında Amerika'da yapılan bir bebek, yine aynı ülkeden 1860 yılına ait misketler, Almanya'da yapılan yüz yaşında teneke oyuncaklar ve porselen bebekler müzenin en eski eserleri arasında.
http://www.istanbuloyuncakmuzesi.com/genel.asp

Müzeden resimler için tıklayın.

Pazartesi, Aralık 11, 2006

Resim Sergisi


Çok sevgili bir arkadaşımın da resim çalışmalarının yer aldığı resim sergisi 13 Aralık'ta açılıyor. Sergi için arkadaşımın 3 resmi seçilmiş. Üstte gördüğünüz sergi afişinin sol üst köşesindeki dansçı kız arkadaşımın eseri, resmin üstüne tıklayarak daha büyük halini görebilirsiniz.

Onunla yurttan tanışıyoruz, 2 sene aynı odada kaldık, ama o zamanlar onun bu yeteneğinden hiç haberim olmadı. Belki de derslerden fırsat kalmıyordu. Kendisi çok iyi bir ressam olmakla birlikte, aynı zamanda çok iyi bir elektronik mühendisidir :)

Evinde bir kaç çalışmasını görmüştüm, karakalem çalışmaları çok etkileciydi, özellikle ellerin duruşu ve detayı çarpıcıydı. Umarım sergide de bu güzel resimleri görme şansımız olur. Arkadaşımızın heyecanını paylaşmak için kızlar takımını topladık, çarşamba akşamı sergi açılışına gidiyoruz. İlgilenenleri bekleriz.


13-22 Aralık 2006

Beşiktaş Belediyesi Giriş Salonu
Nispetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No: 1 Levent

Açılış Kokteyli: 13 Aralık
Saat 18:00-20:00

Cuma, Aralık 08, 2006

Tak Takıştır 1

Sade ama sevimli bir kolye ucu ile ben de katılmış oldum. Sade made, yine de etkinliğin tüm renklerini kullanmış oldum ama değil mi? Mavi-kahverengi-krem.

Bu etkinlik sırasında neler neler yapılmış, harika tasarımlar var. Gezin görün derim.

Sevgiler

Çarşamba, Aralık 06, 2006

Yeni Blog

Merhabalar,

Çalışma saatlerim nihayet düzene girdi. Ancak epeydir buraya yeni bir şeyler ekleyemedim. Ama bu süre içinde boş durdum sanmayın, Blogger Beta'yı keşfetmekle meşguldum.

İki kaç arkadaşım, moderatörü oldukları yahoogroups listesinde yapılanların paylaşıldığı bir blog oluşturmuşlardı. Artık takip edemeyecekleri için de blogu bana devrettiler.

Bu blogun betaya geçmesini fırsat bilerek şablonu değiştirdim, yeni neler varmış diye epey kurcaladım. Betaya geçiş sırasında bazı arkadaşlar bloglarındaki dataları malesef kaybettiler. Ama benim yeni blogumda pek fazla bilgi yoktu zaten, ama neyse ki sorun olmadı. Sadece ilk geçişte Türkçe karakter problemi oldu, onu da şablonu bir text editöre kopyalayarak find/replace yöntemi ile düzeltim. Beta versiyonun hoşuma giden bir çok özelliği var, bir sonraki mesajımda detaylıca anlatırım.

Şimdi gelelim benim cici yeni bloguma. Yeni yüzü ile El Örgüsü karşınızda. Tıklayın, sürprizi görün.

Tüm elişi sevenleri bekliyorum.

Sevgiler

Cumartesi, Kasım 25, 2006

Takı Etkinliği

Image Hosted by ImageShack.usTakı yapan arkadaşlara müjde!!! Artık takı konulu bir aylık etkinliğimiz de var. Projeyi başlatan 143 Aksesuar dünyası blogunda logu için gerekli kodu sağ sütununda logonun altındaki küçük kutucukda bulabilirsiniz.

Bu ayki etkinliğin rengi mavi-kahverengi-krem üçlüsü. 9-10 aralık vitrin günleri oluyor, bu günlerde projelerinizi blogunuzda yayınlıyorsunuz.

Etkinlik ile ilgili detayları aşağdaki linklerde bulabilirsiniz.

http://143.blogcu.com/1285091/

http://143.blogcu.com/1350937/

http://143.blogcu.com/1295661/

Cumartesi, Kasım 18, 2006

Kuruyemişli Yağsız Kek

Yıllar önce Lezzet dergisinin bir sayısından kesip saklamıştım, mayıs ayında anneler günü dolayısıyla "Annemin Kekleri" diye bir konu hazırlamışlardı, bu tarifi de ordan aldım. Yağsız yapılıyor olması nedeniyle ilgimi çekmişti. Ama nedense bir türlü denemeye fırsatım olmamıştı. Bu haftasonu evde olmayı başardığım için hemen denedim.

İçinde 5 tane yumurta kullanıldığı için epey besleyeci bir tarif, yumurta sevmeyen çocuklar için belki iyi bir kandırmaca olabilir :)

Yağsız olduğu için kalıba yağışma gibi bir problem olmadı. Ama teflon bile olsa kabınızı yağlamyı unutmayın. Tarifi aynen aktarıyorum.

Afiyet olsun.

Malzemeler:
  • 5 yumurta
  • 1.5 su bardağı tozşeker ( kuru üzüm miktarını biraz arttırıp şekeri 1+1/4 kadar koydum)
  • 1 çay bardağı kuru üzüm
  • 2 su bardağı un
  • 1 paket vanilya
  • Yarım paket kabartma tozu (yarım paket yerine tam paket koydum, yine de gayet güzel oldu)
  • Yarım limonun suyu
  • 1 çay bardağı çekilmiş ceviz içi
  • 1 çay bardağı çekilmiş fındık içi

Yapılışı:

  1. Kuru üzümü yıkayıp süzgece alın. Suyu iyice süzüldükten sonra kurulayın ve üzerine 1 çorba kaşığı un serpip harmanlayın.
  2. 2Yumurtaları tozşekerle birlikte derin bir kabta iyice çırpın. Un, vanilya, kabartma tozu ve limon suyunu ekleyip çırpmaya devam edin. Ceviz, fındık ve kuru üzümü ilave edip karıştırın.
  3. Kek kalıbını yağlayıp hamuru dökün. Önceden ısıtılmış 180 dereceye ayarlı fırında 20 dakika pişirin. Isıyı 150 dereceye düşürüp 20 dakika daha pişirin. Kek ılınınca kalıptan çıkarıp soğumaya bırakın.



Pazar, Kasım 12, 2006

YE # 16 Patates

Uzuuun bir aradan sonra herkese kocaman bir MERHABA :)


Son 3 ay çok yoğun çalışmam gerektiği için sizlerden, blogumdan, hobilerimden ve boncuklarından uzak kaldım. Şimdi yavaş yavaş çalışma saatlerim normale dönmeye başladı.


Henüz boncuklarla kaynaşamadık, şimdilik 3 aydır birikmiş dergilerimle ısınma turları atıyorum. Her ay düzenli takip etmeye çalıştığım (Evim, Deryalı Fikirler, Süper, Takı+Takı) 4 tane dergi olunca 3 ay sonunda okunmayı bekleyen toplam 12 tane dergi oldu, oku oku bitmiyor. Yeni bir dergi daha keşfettim, neyse ki 3 ayda bir yayınlanıyor, biraz da pahalı, sanırım Türkiye'de türünün ilk örneği olmasından kaynaklanıyor. Kağıt vs. isimli dergi, kağıt ile hobi olarak uğraşmak isteyenlere tavsiye edilir.


Pazar gününü evde geçirme fırsatım olunca yazlık-kışlık değiştirme işine giriştim. Geçen hafta İstanbul'a kar bile yağdığından bu iş için ne kadar geç kaldığımı tahmin edebilirsiniz. Sonuç olarak kışlıkların büyük bir kısmı yerleşti, sıra yazlıkların toplanmasında, ancak bu iş de sanırım haftaya kaldı.


Gelelim bugünkü esas konumuza; bu ayki yemek etkinliğimizinde Annemin mutfak kokusu blogunun sahibesi Evren patatesli tariflerle bizi misafir ediyor.


Yemeklerde garnitür, meze olarak sunabileceğiniz hazırlaması gayet pratik bir patates tarifi ile etkinliğe son dakikada kalıyorum. Bu tarif için benim bildiğim bir adı yok, o nedenle 'Salçalı Patates Salatası' diyorum, eğer sizin bildiğiniz bir adı var, yazabilirseniz sevinirim.

Malzemeler:

  • 1 kuru soğan
  • 5-6 patates
  • 1 yemek kaşığı biber salçası
  • maydanoz, dereotu
  • tuz, karabiber, acı kırmızı biber

Yapılışı:

  • Patatesler haşlanıp kabukları soyulur.
  • Kuru soğan doğranıp pembeleşinceye kadar yağda çevrilir.
  • Patatesleri küçük küçük doğrayıp ufalayın. Varsa patates ezici ile iyice ezin.
  • Dereotu ve maydanozu ayıklayıp ince ince kıyın.
  • Kavrulmuş soğan, ezilmiş patates, maydanoz ve dereotunu ekleyip iyice harmanlayın.
  • Damak tadınıza göre tuz, karabiber ve acı kırmızı biber ekleyin.
Afiyet olsun


Pazar, Ekim 08, 2006

Merhabalar

Merak etmeyin, hala buralardayım. Bir yere kaçtığım yok, blogu da kapatmıyorum.

Sadece işyerinde çok yoğun bir dönem geçiriyoruz. Önümüzdeki bir ya da iki ay içinde umarım her şey yoluna girer de boncuklarım ve sizler bana iyice küsmeden bloguma zaman ayırabilirim. Sessizlik dönemimde mesaj atıp, hal hatır soran herkese teşekkürler.

Sevgili Elvan örgü makarasının nasıl kullanıldığını anlatmamı rica etmiş. Resimlerle anlatmayı becremediğim için şu iki kaynağı önerebilirim:

1. http://www.hobidunyasi.com/urun_detay.asp?ID=1874 Bu CD içinde tel ile örgü projesi var, nasıl yapıldığı anlatılıyor. Ben bu CD'den izleyerek öğrendim.

2. google'da spool knitter ya da spool knitting diye aratarak nasıl yapıldığını anlatan siteler bulabilirsiniz.


* http://www.knitting-and.com/knitting/tips/spool-knit.htm
* http://www.sweaterscapes.com/spool.htm
* http://www.pellatuliptime.com/historical-village/history/lessons/straw/strwcork.html

En kısa zamanda görüşmek dileğiyle...

Daha önceden yaptığım kolyelerden iki model:



Pazar, Eylül 10, 2006

Örgü Makarası

Merhabalar,

Örgü makarası dediğimiz şey işte böyle bir alet. Mumlu ip, ince deri ip veya ince tel ile örebiliyorsunuz.

Eminönü'nden 4 YTL'ye almıştım. Benimkinde hem altında da pimler var, bir tarafında 4 , bir tarafında da 5 pim var. Pin sayısı 4, 5, 6, 7 olabiliyor.

Denemenizi öneririm.

Salı, Eylül 05, 2006

Otantik Kolyeler

Bu sefer de örgü makarası ve hazır örgü boncuklar ile bir şeyler denedim. Turuncu mumlu ip ilk aldığım malzemelerden biriydi, 1 yıl kadar boncuk kutumda bekledikten sonra bu kolyenin temel malzemesini oluşturdu.

Örgü makarası ile örmek epey zevkli. TV izlerken bile rahatlıkla örebiliyorsunuz. İlk başta biraz zorlanabilirsiniz, elinizin alışması gerek, biraz sabredin. Ara ara tığ yamulabilir, hafifçe düzeltmeniz yeterli. Tığ, bildiğimiz kancalı tığlar gibi değil, ucu iğne gibi sivri olduğundan çalışırken biraz dikkatli olmakta fayda var.

Bu haftaki modellerimiz de bu şekilde. Pullu olan bir arkadaşıma doğum günü hediyesi olarak gitti bile :)


Cumartesi, Ağustos 26, 2006

Spiralli Kolyeler

Daha önceden sözünü ettiğim kolyelerim karşınızda. Pratik yapmak için güzel ve basit modeller. Hazır metal aparat kullanılmadığı için benzer kolyelerin yapımına göre daha çok zaman alıyor. Yine yapması çok zevkli, tavsiye ederim.

Güzel bir haftasonu geçirmeniz dileğiyle...

Sevgiler

Pazar, Ağustos 20, 2006

Tel Dizayn Teknikleri

Takı tasarımına başladığımdan beri en çok tel ile olan teknikleri sevdim sanırım. Çoğunlukla çivi ile tasarım yapmaya çalışıyorum, deri ile de çalışmak eğlenceli, hatta çiviye göre çok daha hızlı bitiyor. Ama misina örme modellerine bir türlü alışamadım, misina sürekli açılıyor, yaptıklarım bozuluyor, eksik bir şeyler yapıyorum herhalde.

Tel ile serbest çalışmayı keşfettğimden beri, bu şekilde takı yapmak daha zevkli geliyor. Çivi çalışmasına göre daha fazla el oyalıyor, ama inanın daha zevkli. Bu tekniği denemek için fazla bir şey gerekmiyor, resimde gördüğünüz malzemeler yeterli.

  • Kargaburun
  • Yuvarlak uçlu pense
  • Yan keski
  • Çeşitli kalınlıkta tel ( 0.80 lik tel ile başladım)
  • Tel dizayn aleti
  • Spiral yapıcı
  • Naylon burunlu pense

Kestiğiniz teli zedelemeden naylon burunlu pense ile düzeltebilirziniz, ben henüz almadım, iki tükenmez kalemin arasından geçirerek hallediyorum. Biribirinden eğlenceli tel tasarımı yapmak için dizayn aletinden de almanıza gerek yok, yuvarlak uçlu pense ile de halledebilirsiniz.

Tel tasarımı konusunda size tavsiye edeceğim kaynaklar şu şekilde;

  • Getting Started Making Wire Jewelry and More : çok güzel bir kitap. İngilizce bilmeseniz bile fotoğraflardan nasıl yapılacağını kolaylıkla anlayabilirsiniz. İçinde çok fazla örnek yok, ama temel teknikler çok güzel anlatılmış.
  • Gaye Döşer'in Beady Home serisinden Tel Dizayn Projeleri 2. VCD'deki 2 proje ile bu konu hakkında bilgi sahibi olabiliriz.
  • Vee muhteşem bir online kaynak : WigJig®

Salı, Ağustos 15, 2006

Ton Balıklı Renkli Salata

Şu sıcak yaz günlerinde gece rahat uyumak için akşam yemeklerinde biraz hafif yemek gerek. Bu ayki etkinliğimizin konusu salata olunca şöyle değişik bir şeyler hazırlamak için araştırma geliştirme yaptım. Ama sonuç olarak sizler için her zaman severek yediğim, yoğun iş çıkışı akşamlarında büyük kurtarıcım olan ton balıklı salata hazırladım.

Bu ayki ev sahibemiz Şeyda'ya seçimi için teşekkür ediyor, etkinlik turunda kendisine kolaylıklar diliyorum.

Gelelim tarife, ama bu salatanın tarifi yok :) Evde, buzdolabınızda ne varsa, canınız ne yemek istiyorsa içine hepsinden koyuyorsunuz. Geçen akşam salataya ben neler koymuşum, bakalım;
  • Kocaman bir salata kasesi alıyoruz.
  • Büyüklüğüne göre yarım ya da dörtte bir göbek salata : Yıkaması daha kolay ve bence lezzet olarak bu salataya çok yakışıyor. Son durulama suyuna sirke koymayı unutmayın. İri parçalar halinde doğruyoruz.
  • Salatalık : kabukları soyulup küp küp doğranır, daha çok lif alayım derseniz dışını iyice yıkayıp kabukları ile de kullanabilirsiniz.
  • Domates : küp doğranır, kabuklarını soymadan katabilirsiniz.
  • Közlenmiş kırmızı biber : hazır konserve olarak alıp zaman kazanabilirsiniz, ama tazesi de salatada çıtır çıtır çok güzel oluyor.
  • Suyu süzülmüş konserve mısır : çok koymayın, kalorisi yüksekmiş.
  • Tabii ton balığı : 80 grlık beni kesmiyor, 160 grlık daha iyi. Eskiden suda olanlardan alıp suyunu süzüp eklerdim, şimdi vakumlu ambajlı olarak da satılıyor, yağ-su süzme derdi olmadan poşetin içini salatanın üzerine boşaltıyorsunuz.
  • Bir kaç maydonoz ile süsleyelim, ekmek yerine bi iki çubuk galeta yeterli olur.
  • Veee son olarak da zeytinyağ ve tercihe göre nar ekişi ( bu aralar her şeye ekliyorum) ekleyelim.

Öyle masaya falan oturmaya gerek yok, televizyonun karşısındaki koltuğa kurulup kasemiz kucağımızda salatamızı afiyetle yiyoruz. Bu kadar hafif bir yemek yanına içecek olarak bence limonlu soda yakışır.

Afiyet olsun


Cuma, Ağustos 11, 2006

Serinletici Müzik

Bu yaz deniz kenarında bir yere tatile gitme şansımız olmadığı için diğer blogcu arkadaşların tatil fotolarına bakıp iç geçiriyorum.

Büyük tatil köylerinde geçirilen bir hafta değil, sakin bir sahil kasabasında temiz bir pansiyonda geçirilen 3-4 gün benim için daha değerli. Sabah pencereden gelen dalga sesiyle uyanarak güne keyifli başlamak gibisi yok bence.

Bu cümleleri yazarken Bodrum Gümüşlük'te 2 sene önce kaldığımız pansiyon aklıma geldi. Koyun en ucunda kaldığı için diğerlerine göre daha sakindi. Odamız denize değil, arka taraftaki bahçeye bakmasına rağmen sabahları yeni bir güne hazırlanan denizin sesi ile uyanıyorduk.

Geçen gün bir müzik markette dolaşırken bu CDler gözümüze ilişti. "Ocean In The Nature", "Birds In The Nature", "Rain In The Nature" 3 çeşit CD aldık. Kuş ve yağmur sesi cdleri güzel olmakla birlikte benim favorim kesinlikle okyanus CDsi oldu. Dalga sesleri o kadar güzel ki, insanın içini, ruhumu serinletiyor. Bu sıcak yaz gecelerinde ilaç gibi geliyor.

Gece yatarken okyanus CDsini müzik setine takıyoruz, 30 dakika sonra otomatik kapanacak şekilde ayarlıyoruz ve dalga sesleri eşliğinde uykuya dalıyoruz :)

Pazar, Ağustos 06, 2006

Tel tasarım küpeler

Bu pazar günü hava acaip sıcaktı. Evde tüm pencereler, kapılar açık, gene de içerisi serinlemiyor, esmiyor :( Oturduğum koltuk ısındıkça başka bi yere geçiyorum. Kocaman bir su bardağı elimde evin içinde dolaşıp duruyorum. Bu sıcak günlerde hararetimi en güzel elma suyu - soda kesiyor. Elma suyu bana çok şekerli geliyor, sodayı da bi türlü içemediğim için bu karışım benim için ideal bir içecek oluyor.

Yapılışı çok basit; kocaman bir su bardağının içine bir şişe sodayı dökün, sonra da üstüne damak zevkinize göre Dimes'in %100 elma suyunu ekleyin. Afiyetle için.

Şu tel ile tasarım işine ben de bulaştım. Acaip zevkli bir şey, haftasonu bir makara teli harcamayı başardım. Kolye, bileklik ve bir sürü küpe yaptım. Elim alışana kadar bir sürü de tel ziyan ettim tabii :)

İşte karşınızda ilk denemelerim :








Perşembe, Ağustos 03, 2006

Film : Sil Baştan

Uzun zamandır bu kadar iyi, düşündürücü bir film izlememiştim. 2003 yapım filmin Türkiye'ye bu kadar geç gelmesine üzüldüm açıksı.

Filmin konusu şöyle ;
"Joel Barish, iki yıl boyunca beraber olduğu sevgilisinden oldukça şaşırtıcı bir haber alıyor. Kadın, bir teknolojik deneye katılarak, ilişkilerini tamamen hafızasından silmiştir. Yani Barish'in kim olduğunu bile hatırlamamaktadır. Bu gelişme üzerine küplere binen adam, aynı prosedürü kendi üzerinde de gerçekleştirmek ister...

Film, adamın hafızaları silinirken, yaşanılan ilişkiyi gözler önüne serer. Adam da bir kez daha oldukça iyi başlayan ve sonradan tadı kaçan ilişkiyi izler. Fakat zaman geçtikçe ve sıra yaşanılan güzel şeylere gelince, üzerindeki müdaheleyi durdurmak ister. Pişman olmuştur!"

Jim Carrey'i hep komedi oyuncusu olarak biliriz. Ama bu filmde bambaşka bir rolde karşımıza çıkıyor. Rolünün hakkını o kadar iyi vermiş ki, komedi filmlerindeki halini hiç düşünmüyorsunuz, dram sahnelerinde yüzünde gerçekten tüm duyguların izini görebiliyorsunuz. Jim carrey'den bu kadar söz ettikten sonra Kate Winslet'e haksızlık etmeyelim, o da çok başarılı.

Film izlerken genellikle müziklerine pek dikkat etmem, ama müzikler o kadar çarpıcıydı ki, filmdeki duyguları -üzüntüyü, gerilimi, bekleyişi- çok güzel anlatıyordu. Bulabilirseniz CD'sini almanızı öneririm.

Parlak, janjanlı Amerikan filmleri gibi değil, kısıtlı bütçeli Avrupa filmi havası var. Olaylar arasında geçişler, bağlantılar, anılar arasındaki yolculuklar bambaşka olmuş. Konu ansızın değişebiliyor, eğer evde izleyecekseniz ilginizi dağıtacak şeylerden (çekirdek, cips, ışık gibi) uzak durmanızı öneririm.

Film bittiğinde kendinizi düşünceler içinde buluyorsunuz; benim de sildirmek istediğim anılarım var mı, peki bunları sildirirsem ne olur? Yaşadığımız her şey olayın bir anlamı var, her şeyden bir şey öğreniyoruz. Eğer anılarımızı sildirirsek yaşamın bi anlamı, heyecanı kalır mı? Üzüntü olmadan sevincin tadını çıkartamayız ki...

Kesinlikle izlenmesi gereken bir film, kaçırmayın derim.

Salı, Ağustos 01, 2006

Sarımsaklı Tavuk

Lezzet dergisi fiyatını 2,5 Ytl'ye düşürdüğünden beri hemen hemen her ay alıyorum. Bugünkü tarifimiz derginin Mayıs 2006 sayısından. Tarifin adı "Sarımsaklı Tavuk", bence "Limonlu Tavuk" olsa daha iyi olurmuş. Acaip lezzetli bir yemek oldu, limonun tavuğa bu kadar yakışacağı aklıma gelmemişti, suyuna ekmeğimizi bandıra bandıra yedik.

Gelelim tarife, ama önce malzemeler :
  • 8 parça tavuk kalça ya da baget
  • 12 diş sarımsak
  • 1 limon
  • 3 domates
  • yarım kahve fincanı su
  • 2 taze soğan
  • 2 çorba kaşığı zeytinyağı
  • 1 çay kaşığı kekik
  • 3 dal maydanoz
  • tuz, karabiber

Bu malzemelerle 4 kişilik yemek çıkıyor. Fırınımızı 180 dereceye ayarlayalım. Öncelikle tavukların derileri ayıklanır. Tavuk makası bu noktada işe yarıyor, çünkü biz tavuk derisi yemediğimiz için keserek çıkartmak daha kolay oluyor. Ya da derisi çıkartılmış ızgara tavuk but parçaları da hazır alabilirsiniz.

Limonu kabuğu ile dilimleyip küp küp doğrayın. Sarımsak, limon ve tavuk parçalarını fırın tepsisine ya da borcama dizin. Üzerine yağ gezdirip kabukları soyulmuş küp küp doğradığınız domatesleri ekleyin. Kekik, tuz ve karabiberi ekleyin. Suyu döküp kabın ağzını alüminyum folyo ile kapatın. 180 derece fırında 25 dakika kadar piştikten sonra alüminyum folyoyu çıkartyıp verev doğrandığımız taze soğanı üzerine serpin. Bu şekilde bi 20 dakika kadar daha pişirelim.

Üzerine kıyılmış maydanoz serpip servis yapın.

Perşembe, Temmuz 27, 2006

Havlu Mutfak Önlüğü

Biz bayanlar misafirliğe gittiğimiz yerde, hemen mutfak işine yardıma girişiriz. Bu arada genellikle erkekler salonda mubabbeti koyulaştırmış oluyorlar.

Herkesin kendine göre mutfakta alışkanlıkları var. İlk dikkatimi çeken şeyler - aslında alışkanlıktan kaynaklanıyor - tezgahın üzerinde bulaşıklığın veya el kurulayacak bir havlunun olmaması. Evde bulaşık makinası olduğu için bulaşıklığa gerek kalmıyormuş ya da tezgahın üzeri bomboş olmalıymış. Peki lavaboda bir iş yaptıktan sonra ellerinizi kuruluyor musunuz? Eğer cevabınız evet ise bu işi nasıl halletiniz?

Mutfakta yemek yaparken, sürekli lavabo-tezgah-ocak arasında dolaşıyorum ve yere ellerimden su damlamasına hiç dayanamıyorum. Bu konuyu çözmek için küçük bir mutfak havlusunu elimin altında bulunduruyorum. Ancak her lavabo işinden sonra havluyu bıraktığım yerden alayım, tekrar kurulayıp tezgahta bi yere bırakayım süreci bir süre sonra can sıkıcı hale gelmeye başladı. Önünde cebi olan bir önlük alıp cebin içine küçük havluyu koyuyordum, kanguru misali havluyu cebimde taşıyorum, ama bu yöntem de pek pratik olmadı. Çünkü havluyu cebe düzgün koymazsam tezgaha dayandığımda, hareket ettiğimde yere düşürebiliyordum.

Belki sizin zaten bildiğiniz, hatta değişik değişik modellerini yaptığınız bir şeydir, ama ben yeni keşfettim : havlu önlük. Mutfakta kızgın anıma denk geldi, 50x100 ölçülerinde bir havluyu ortadan kestin kenarına tığ ile süs ve kemer yaptım ve resimde gördüğünüz önlük ortaya çıktı. Sonuçta mutfakta ben nereye havlu da oraya :)

Pazar, Temmuz 23, 2006

Karayip Korsanları : Ölü Adamın Sandığı

İlk filmi keyifle izlemiştim, devam filmi gösterime girer girmez soluğu sinemada aldım. Konusu şöyle :

"İlk serüvenden hatırladığımız gözüpek delikanlı Will Turner ve güzel Elizabeth, düğün hazırlıklarını yapadursunlar; dostları eksantrik Kaptan Jack Sparrow, yine bela aramaktadır. Elbette ki, Sparrow'un başına açılacak belalardan Will Turner ve Elizabeth de nasiplerini alacaklardır.

Jack'in, efsanevi Uçan Hollandalı'nın kaptanı Davey Jones'a kan borcu olduğu ortaya çıkınca, tekrar ortalık birbirine girer. Eğer Sparrow, bu borçtan kurtulamazsa ömrü boyunca Uçan Hollandalı'nın kölesi olarak yaşama riskiyle karşı karşıyadır. Ama her beladan kurtulmanın elbet bir yolu olabileceğini düşünen uyanık Jack Sparrow'un, Ölü Adamın Sandığı’na sahip olan kişinin Davy Jones'u da kontrol edebileceğini öğrenmesiyle işler karışır."


Jonny Depp "Kaptan Jack Sparrow rolü ile yine harika bir iş çıkartmış. Ada sahnesinde yüzündeki makyaja özellikle dikkat :) İlk filme göre sanki biraz daha eğlenceye önem vermişler gibi geldi. Uçan Hollandalı adlı geminin ve içindeki mürettebatın denizle bütünleşmeye başlamış hallerini tasarlayanların hayal gücüne hayran kalmamak elde değil. Bu canlılara ve geminin detaylarını da kaçırmayın derim.

Artık filmlerde teknoloji kullanılarak her türlü aksiyon sahnesi yapılabiliyor, ama bazı sahnelerde çok belli olunca 70li yılların filmleri aklıma geliyor. Sallanan bir araba ve arkada oynayan film ile arabanın gittiği etkisi yaratılmaya çalışıyormuş. 70li yıllardaki filmlerde bu hile bu kadar çok belli olunca rahatsız olmuyorum, ama günümüz filmlerinde benzer hileyi bu kadar bariz görünce gülesim geliyor. Filmin sonuna doğru sadece Jack Sparrow ve canavarın olduğu bir sahneye dikkat ederseniz bu detayı çok kolay yakalayabilirsiniz.

Ayrıca yine ilk filme göre konu ve konunun çözülmesi daha zayıftı. Hatta konu çözülmedi, üçüncü film için hazırlık yaparak sürprizle bitti (Yüzüklerin Efendisi serisinin ikinci filminde olduğu gibi). Sanırım üçüncü film daha maceralı olacak, ama yine 1 sene daha beklememiz gerekecek.

Keyifli bir 2,5 saat geçirdik, fırsatınız olursa gitmenizi öneririm.

Pazartesi, Temmuz 17, 2006

YE # 12 Sütlü Tatlılar

Bu ayki etkinliğe aslında hepimizin prenses pasta diye bildiği "sütlü irmik tatlısı" ile katılacaktım, ancak evde irmik olmayınca Lezzet dergisinin Eylül 2005 sayısındaki "Osmanlı Usülü keşkül"den yapmaya karar verdim. Malzemeleri ve yapılışını aynen aktarıyorum. Aşağıda kendi notlarımı da ekleyeceğim.

Malzemeler :
  • 4 su bardağı süt
  • 4 çorba kaşığı pirinç unu
  • 30 gr çekilmiş badem
  • 50 gr çekilmiş antepfıstığı
  • 1 su bardağı tozşeker
  • 2 çorba kaşığı rendelenmiş hindistan cevizi

Yapılışı

  • Süt, pirinç unu, badem ve antep fıstığını tencereye alın. Malzemeleri birbirlerine yedirene kadar çırpma teli ile çırpın.
  • Kısık ateşte tahta kaşık ile koyulaşıncaya kadar sürekli karıştırarak pişirin.
  • Tozşeker ve hindistan cevizini ekleyip 5 dakika da pişirin.
  • Tatlıyı kaselere paylaştırıp üzerini file bademle süsleyin.
  • Buzdolabında 2-3 saat beklettikten sonra soğuk olarak servis yapın.

Öncelikle evde çekilmiş badem yoktu. İçine koyabileceğim bademi kendim hazırladım. Bunun için normal kabuklu bademi biraz su ile haşladım. Böylece su kaynamaya başladığında kabuklar kabardı ve soğuk soyla duruladıktan sonra kolaylıkla kabukları soyuldu. Daha sonra kağıt havlu ile suyunu aldıktan sonra ufanlanması için havanda dövdüm.

Tozşeker ve hindistan cevizini daha sonra değil, işin başında ekledim. Tadında ya da yapılışında bir sorun olmadı. Karışım muhallebi kıvamına gelince soğumadan kaselere koydum, bu ölçülerden 5 kase tatlı çıktı. Üzeri hafifçe donduktan sonra kırık badem ve toz antep fıstığı ile süsleyip buzdolabına kaldırdım.

Bize biraz şekeri fazla geldi, damak zevkinize göre siz de azaltabilirsiniz. Buzdolabından çıkartıp soğuk soğuk yemenizi öneririm.

Afiyet olsun



Salı, Temmuz 11, 2006

Yeni Görünüm

Merhabalar,

Uzun zamandır blogumu biraz renklendirmek, değiştirmek istiyordum. Bu yaramaz kuşları (Pixar filmlerini sevenler neden yaramaz olduklarını bilirler) görünce dayanamayıp operasyonu başlattım. Kodda bir kaç düzenlemeden sonra sayfa hemen hemen hazır hale geldi. Ee yorumlarınızı bekliyorum, nasıl olmuş?

Bu linkte ücretsiz şablon bulabileceğiniz sitelerin listesi var. Eğer siz de şöyle bir değişiklik yapayım diyorsanız, bir göz atın derim.

Nedenini bilemiyorum, ama bloga bi şey yazmaya üşeniyorum. Televizyon karşısında tembellik yapıyorum, dergi karıştırıyorum, takip ettiğim bloglara birer birer uğruyorum ( yorum bırakmasam da), yabancı takı sitelerinde geziyorum. Hatta takı yapmaktan çok, yapılmış modellere bakmak daha çok hoşuma gidiyor. Yazın gelmesiyle tembelleştim galiba :)

En yakın zamanda Rodin sergisinden görüntülerle burada olacağım. TV karşısındaki koltuğum beni bekliyor, görüşmek üzere...

Sevgiler

Pazar, Temmuz 02, 2006

Miyazaki ve Filmleri

Animasyon filmleri çok seviyorum, normal filmlerden farklı olarak hayal gücü daha yoğun kullanılıyor.

Bu aralar Japon çizgi filmlerine (anime ) kafayı taktım. Aynı yönetmenin 4 filmini arka arkaya izledim. Kesinlikle Shrek, Nemo gibi filmlerden çok farklı. Pixar, Walt Disney filmlerinde görüntülerin daha 3 boyutlu, daha gerçeğe yakın olmasına çalışılıyorken, Japon çizgi filmlerinde ise çizgi film olduğu daha çok hissettiriliyor, konu ve anlatımı daha öne çıkıyor.

Miyazaki için "Japonların Walt Disney"i deniyormuş, ama kendisi bu tanımlamadan hiç hoşlanmıyormuş. Filmlerinde değişik yöntemlerle insanların iyi yönlerini anlatmaya çalışıyor, hatta kötü karakterlerin bile iyi yönlerini yeri geldiğinde öne çıkartıyor. Japon kültüründen etkilendiği konuları bazen anlamak zor olabiliyor.

Aslında filmle ilgili daha fazla yazacaktım, ama filmle ilgili detay vermek istediğim için vazgeçtim. Eğer bu tip filmler ilginizi çekiyorsa, sıradan konulardan sıkıldıysanız, hayal gücünüzün zorlanmasını, hatta şaşırmak istiyorsanız bu filmleri izlenizi öneririm.

Filmlerin konularını linklere tıklayarak Beyazperde.com'dan okuyabilirsiniz :


Çarşamba, Haziran 28, 2006

Sıcaklar... sıcaklar ...

Bu aralar yazacağım bir sürü şey var, ama sıcaklardan dolayı bi türlü bilgisayar başında oturamıyorum.

Aslında desktop değil, laptopla çalışıyorum. Şu altı dolgulu olan tepsiler var ya, onun üstüne laptopı koyuyorum, TV karşısında koltukta uzanıp sörf yapıyorum. Ama bu sörf pek serinletmiyor, aksine tepsinin altı ve bilgisayar sıcak yaydığı için internet başında zaman geçirmeye sabrım yetmiyor. Ben de bol bol film izliyorum :)

Acaba bi de balkona çıkıp ordan çalışmayı deneyeyim. Yere bir kova da su dökerim, hem temizlenir hem de ortalık serinler değil mi? Geçen yaz İspanya'dan hatıra diye aldığım bi yelpazem olacak, onu bulma vakti geldi galiba. İşyerinde yeterince klimalı ortamda kaldığım için evde pek tercih etmiyorum. Bugün karfurdan bi vantilatör kaptık geldik, şöyle hafif esinti bile iyi geliyor.

Sıcaklarla kolay başa çıkabilmeniz dileğiyle...

Perşembe, Haziran 22, 2006

Çikolata Kursu

Doğum günümde arkadaşlarımın hediye ettiği çikolata kursuna nihayet gidebildim. Çok eğlenceli 2,5 saat geçirdik. Bu kadar kısa süre içinde evde çikolata yapmak için temel teknikleri öğrendik. Eğer siz de meraklı iseniz gitmenizi öneririm.

Aslında beyaz çikolatalı da yapanlar vardı. Ama genellikle bitter tercih ettim. Yaptığımız bu lezzetlerden en çok ortadaki (Rochas) hoşuma gitti. İçine bolca ceviz, fındık çikolatası koyarsanız Beyoğlu çikolatası gibi oluyor.

Pazartesi, Haziran 19, 2006

YE # 11 Balık

Bu ay Hindistan Cevizi blogundaki balıklı tarifler etkinliğine konuk oluyoruz.

Balık yemeyi çok severim, hiç hayır diyemem. Evde kızartma yapmayı sevmediğimden genellikle ya tencerede ya da fırın torbasında yapıyoruz. Eğer canımız hamsi istediyse Küçükyalı'daki Küçükyalı Balıkçısı-2'ye gidiyoruz. Bence en güzel kalamarı orda yapıyorlar.

Akşam eve geldiğinizde hemen hazırlayabileceğiniz bir tarif ile bu etkinliğe katılıyorum. Eğer apartmanı balık kokusu içinde bırakmayacak durumdaysanız aklınızda olsun çupranın ızgarası daha lezzetli oluyor.

Fırında Çupra :

Malzemeler :
2 adet 300-400 gr lık çipra
1 orta boy kuru soğan
2 patates
2 domates
2-3 çarliston biber
1 adet buzdolabı torbası

Yapılışı :

Çukur bir kaba 3-4 yemek kaşığı sızma zeytinyağı, biraz karabiber ve az biraz da soya sosu ekleyip karıştırın. Soya sosu eklediğiniz zaman tuz eklemenize gerek yok. Soya sosunuz yoksa biraz da tuz ekleyebilirsiniz. Biz yemeklere gerekmedikçe tuz koymadığımız için bu durumlarda sadece zeytinyağ ve karabiberle idare ediyoruz. Balıkları bu sosa güzelce bulayıp 1-2 saat buzdolabında dinlendirin. Eğer "1-2 saat bekleyemem çok acıktım" diyorsanız deep freezeden çıkarttığınız balıkları yine de bu sosa yatırın, malzemeleri hazırlarken bile beklese olur.

Soğanı soyup dörde bölelim. Domateslerin ve biberlerin çekirdeklerini çıkartıp kalın kalın doğrayalım. Patatesleri soyup dilimleyelim.

Balıkları fırın poşetinin içine yerleştirdikten sonra malzemeleri torbanın içine dolduralım, bir parça defne yaprağı da koyabilirsiniz. Poşetin ağzını sıkıca kapattıktan sonra üzerinde bir kaç yeri ufak kesik açmayı sakın unutmayın. Eğer kesersen çok kaçırırım derseniz, bir kaç yere iğne de batırarak delik açabilirsiniz.

180 dereceye ısıtılmış fırında yaklaşık 30-35 dakika pişirdikten sonra yemeğiniz hazır. Balıklar pişerken bol yeşillikli bir salata hazırlamanızı tavsiye ederim. Eğer seviyorsanız beyaz kuru soğan da balığın yanında güzel gider :)

Küçük balık yerken başını, kuyruğunu yiyemem. Hatta hamsi yerken bile üşenmeyip kılçığını mutlaka ayıklarım. Çupra büyük balık olduğu için yemesi hem kolay, hem de lezzetli. Ufak bir not, çuprada yanak etlerini yemeyi unutmayın :)

Afiyet olsun

Salı, Haziran 13, 2006

Küpeler...

Bizim evde de Dünya kupası başladı, siz ne durumdasınız? Misafirlikler, yatma saatleri, yapılacak işler gibi her şey maçlara göre ayarlanıyor. Çayımızı, çiğdemimizi alıp TV karşına geçiyoruz. Aslında benim maçlarla bir işim yok, ama merak işte. Favorim Brezilya, neden diye sormayın, ben de bilmiyorum :)

Aslında Türkiye'nin de katıldığı bir dünya kupası olsa, izlemek daha heyecanlı olacaktı. 2002'deki dünya kupasındaki maçlarını heyecanla takip ediyorduk. Hatta yöneticimiz izin vermişti de, mesai saatlerindeki maçları işyerinde toplantı odasında duvara yansıtıp izlemiştik :) FBli olmama rağmen Hakan Şükür'ün maçın 6. saniyesinde attığı rekor golü unutmak mümkün değil :)

İki paragraf yazabildiğime göre, ben de kupa havasına girmişim galiba :) Eşim maç izlerken ben de fırsattan istifade boncuklarla ilgileniyorum. İşte bunlar da yeni küpelerim :




Pazar, Haziran 11, 2006

Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük

9000 yıl önceki Anadolu'nun sahipleri ile tanışmak istiyorsanız 26 Mayıs - 20 Ağustos 2006 tarihleri arasında Beyoğlu'ndaki Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesine bir uğrayın derim.

Kesinlikle bir sergi salonu gibi değil. Çatalhöyük'teki evlerin örnekleri yapılmış, o yıllarda insanların nasıl yaşadıklarını görebiliyorsunuz. Orjinal eserler de sergileniyor. En dikkat çekici eser ise boncuklu bebek iskeleti (3. resim). Bebeğin el ve ayak bileklerinde renkli boncuklardan yapılmış bilezikler takılıydı. Boncukların renkleri hala belirgin. Bebeği gömerken sevgi ifadesi olarak takıldığı tahmin ediliyor.

Bu linkte sergiden fotoğraflar görebilirsiniz ve detaylı bir yazı okuyabilirsiniz.

Sergi çıkışında mühürler var. Gerdirilmiş deri üzerine basıp, el deseni oluşturuyorsunuz. Sonra da içine adınızı yazıyorsunuz. "Siz de Sergiye Damganızı Vurun!"

İyi bir hafta geçirmeniz dileğiyle,

Sevgiler

Çarşamba, Haziran 07, 2006

İncik Boncuk'un Doğumgünü

Evet başlığı yanlış okumadınız. 07.06.2005'te başladığım blog maceramda bir seneyi doldurdum, zaman nasıl hızlı geçip gidiyor değil mi?

Aslında kendi blogumda yazmak aklıma hiç yoktu. Kendi blogunu açıp bana da cesaret veren arkadaşım Emel'e bu konuda teşekkür ederim. Emel, bu sene yüksek lisans derslerinden fırsat bulamadığı için bloguna pek fazla zaman ayırmadı. Tezini verir vermez kendisini bir an önce aramıza bekliyoruz.

Bir sene boyunca neler yazdım : Önce balkonumu ve çiçeklerimi tanıtarak giriş yapmışım. Sonra ahşap boyama konulu mesajlarla devam etmişim. Gittiğim yerleri, okuduğum kitapları, izlediğim filmleri paylaymışım. Ama en çok takı tasarımlarıma yer vermişim. "Geçen bir yılda neler yazmışım" okumak isterseniz tıklayın.

Daha ne kadar devam ederim, hiç düşünmedim. Fırsat buldukça burda olmaya çalışacağım. Naha nice seneler burda güzel şeyler paylaşabilmek dileğiyle...

Sevgiler

Pazartesi, Haziran 05, 2006

Kolyeler

Evet, ilk makrome denemem ile karşınızdayım. İlmek ya da düğüm atmaya elim alıştıktan sonra kolye çabucak bitti. Mor ahşap boncukların rengi fotoğrafta pek iyi çıkmamış. Desenli olan ahşap boncuklarla renkleri uyumlu oldu.

Makrome için pamuklu bir ip aldım, ne diye satılıyor bilmiyorum, ama çok güzel bir dokusu var, düğümleri yaparken hiç zorlanmadım. Bir türlü mumlu ipe alışamadım, ipin hafif yapışkan dokusunu elimde hissetmek hoşuma gitmiyor olabilir.

Diğeri de yine 3lü düğümle tekniğinden yola çıkılarak tasarlanmış, ancak bazı boncukların yetmemesinden dolayı mecburen asimetrik bir kolye oldu. Modele malzemeler karar verdi :)


Cuma, Haziran 02, 2006

Kitaplar kitaplar...

Geçen akşam büyük bir kitapçıya girdim. Yeni çıkanlar, çok satanlar derken yaklaşık 1-1,5 saat oyalanmışım. Sonuçta da bir kucak kitap alıp çıktım. Kütüphanemde Yaşar Kemal'in İnce Memed serisinin 4 kitabı bana sürekli göz kırpıyorlar, ama onlara bir türlü zaman ayıramıyorum. Bu aralar pek roman okumuyorum, daha ziyade anı kitapları hoşuma gidiyor.

Bu arada, 4 aydır EVİM diye bir dergi çıkıyor. İçerik olarak benim çok hoşuma gidiyor. Diğer ev dekorasyon dergileri gibi içinde egzantrik mobilyalar, fiyatlar, dekorasyon fikirleri yok. Daha sade ve Türkiye'de bulunabilir önerilerle konular işleniyor. Yaşadığınız mekanı güzelleştirmeye niyetiniz varsa bir göz atın derim.

İşte yeni kitaplarım;

Uzakname'yı severek okumuştum, o nedenle ilk olarak Yakınname'den başladım. Şimdi bana biraz müsade. Yatmadan Mehmet Yaşin'in gözüyle ufak bir Türkiye turuna çıkacağım da.

Sevgiler

Salı, Mayıs 30, 2006

Haftasonu Gezmesi

Sizin oralarda hava nasıl? Bizim buralar acaip sıcak. Sanki ilkbahar çok kısa sürdü. Bu sene yaza o kadar hazırlıksız yakalandım ki, sabahları ne giyip çıkacağımı bilemiyorum. Hala yazlık-kışlık değiştirme işini yapamadım :))

Hazır mevsimi açılmamışken Ağva'ya gidelim dedik. Cuma akşamından yola çıktık, yanlış yoldan gitmeye karar verdiğimiz için Teke-Ağva arasındaki virajlı yola girdiğimizde hava çoktan kararmıştı. İlk defa Ağva'ya gittiğimiz yolu da bilmediğimiz için yavaş yavaş gittik. Kalacağımız motele vardığımızda akşam saat 10 olmuştu, aslında İstanbul'dan 1,5 saatmiş, ama biz 3 saatte ancak vardık.

Sabah kuş sesleri ile uyandık. Nehir kenarındaki kahvaltıdan sonra sahile indik. Geniş ve güzel Ağva kumsalı heyecanla haftasonu misafirlerini bekliyordu. Karpuz kabuğu denize düştü mü bilmiyorum, ama deniz sezonunu açanlar var. Ben hala yazlık malzemelerimi çıkartmadığım için eşofmanımın paçalarını sıvadım, şöyle Karadeniz'in hafif dalgalı sularında ayaklarımı serinlettim. Bir süre sahilde kumlardan yürüdük, bazı yaramaz dalgalar paçalarımı ıslattı.

Cumartesi günü Ağva kafa dinlemeye ne kadar uygunsa, pazar günü de o kadar kalabalıktı. Havanın güzelliğini görenler biraz temiz hava, biraz değişiklik için sabahın erken saatlerinde Ayva'ya gelmeye başlamışlardı. Pazar akşamı dönüş trafiğine kalmamak için 11:30 gibi yola çıktık. Aslında toplamda 1 tam gün kaldık, ama sanki uzun bir tatil gibi geldi.

Ağva'ya ille de konaklamalı gitmek gerekmiyor, cumartesi sabah erkenden yola çıkıp akşam üstü de dönebilirsiniz. Aklınızda olsun, Üsküdar'dan saat başı dolmuş kalkıyor. Fırsatınız varsa cumartesi günü gitmenizi öneririm, pazar günleri kalabalık oluyor gibi görünüyor.

Yaz mevsimin ilk ayına gireceğimiz şu günlerde serin bir yaz geçirebilmeniz dileğiyle



Pazar, Mayıs 21, 2006

Küpeler-2... ve Da Vinci Şifresi

Ben bu küpe işini çok sevdim. Modele göre bazen çok el oyalıyor, ama kolyeye göre daha çabuk bitiyor. Bazen küpenin tekini yapıyorum bi hevesle, sonra diğerini yapmaya üşeniyorum :) Öyle yalnız olmaz di mi? Diğer eşini de bir süre sonra yapıyorum.

Bu haftasonu büyük bir merakla beklediğim Da Vinci Şifresi filmini izledim. Yorumlarda yazıldığı kadar -gülünmeyecek yerde gülünüyormuş- kötü değil. Sonunu bilmeme rağmen sıkılmadım, keyifli bir 2,5 saat geçirdim.

Başrol oyuncuları rollerine çok yakışmış. Audrey Tautou'yu ilk olarak Amelie filminde görmüştüm. İzlemediyseniz, kesinlikle izlemenizi öneririm, bence kaçırılmaması gereken bir film. Tom Hanks'i pek sevmem, nedenini bilmiyorum, onun oynadığı filmler de hiç cazip gelmiyor. Ama iş bu film olunca mecburen izledim. Kitap çok sürükleyici ve inanılmaz detay vardı, açıkçası bu kitabı beyazperdeye nasıl aktardıklarını çok merak ediyorum. Lafın kısası, güzel özetlemişler :)





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...